TÜRK DÜNYASI ORTAK TARİHİ 4

HAZAR DENİZİNİN BERİ TARAFI

Bu bölümde Hazar Denizinin batı tarafındaki Türk Dünyasının 16. Asırdan itibaren gerilemesi ele alınacaktır. Osmanlı Tarihi, bu yazıların hedef kitlesi tarafından daha iyi bilindiği düşünülerek, çok özet olarak anlatılmış; Kuzey Kafkasya ve Azerbaycan tarihi ise daha ayrıntılı olarak işlenmiştir.

 

3.4-         OSMANLILARIN GERİLEMESİ

Türk tarihinin zirvesi olan Osmanlı Devleti de 17. asır sonlarından itibaren Avusturya ve Rusya karşısında duraklamaya ve giderek gerilemeye başladı. İkinci Viyana kuşatmasında başarısızlık, Osmanlıların derlenip toparlanmasında son ümit olan Köprülü dönemini sona erdirdi. Hemen peşi sıra Avusturya ile 1699 Karlofça, 1718 Pasarofça ve Rusya ile 1711 Prut anlaşmaları, Doğu Türklüğünde görülen zevalin Osmanlı’da da başladığının işaretleriydi. Aslında Osmanlı’da da zeval daha önce başlamıştı. 1552’de Kazan Ruslar tarafından işgal edilirken Osmanlı’da da devlet idaresinde ilk zaaflar ortaya çıkıyordu. Şehzade Mustafa’nın idam edilmesi, Hürrem Sultan’ın devlet işlerine karışması bu zaafın ilk işaretleridir.


Türklüğün zirvesi Osmanlıyla Hazar Denizinin öbür tarafındaki Türklük arasındaki ilişkile

r bir 

şekilde devam ediyordu.  Anadolu’ya geniş kitleler halinde göç, 14.asır başlarından itibaren durulmaya yüz tutmuş olmakla beraber manevi ve fikri bir takviye şeklinde devam ediyordu.  Ali Kuşçu, hocası Uluğ Beg tahttan indirilip öldürülünce, Semerkant’tan kaçıp 1474’te İstanbul’a gelmiş ve Fatih Sultan Mehmet’e sığınmıştı.

Ruslar Kazan’ı işgal ettiği yıllarda İstanbul’un başlangıçta meseleyi önemsemediği anlaşılıyor. Padişahın ve Divan’ın Kazan ve sonra Astrahan’ın düşmesinden haberdar olmamaları mümkün değildir. Ancak bunların Osmanlı’ya bağlı Hanlıkları olduğu iddialarını Akdes Nimet Kurat kesinlikle reddetmekte bunu “biz sizi Osmanlı sömürgesi olmaktan kurtardık” şeklinde bir Rus propagandası olarak nitelemektedir.

O günlerde, daha öncesinde ve sonrasında resmi yazışmalar, karşılıklı murahhas heyet ziyaretleri oluyordu[i]. Nitekim tarih bilgilerimiz, bölgeden gelen elçilerin gayretleri sonucu, Rusya’nın Kazan, Astrahan ve Sibir hanlıkları karşısındaki ilerleyişini Osmanlı’nın endişeyle karşıladığını, ciddiye aldığını, ama engellemeye yönelik sadece bir girişimde bulunabildiğini gösteriyor. 1563 yılından itibaren Osmanlı’nın Don ve Volga nehirleri arasını bir kanalla birleştirme projesini ajandasına almıştı. Bu projeden maksat, hem hacı adaylarının güzergâhını korumak, hem de Kazan ve Astrahan’dan sonra Rusların Türk Yurtlarında ilerleyişini durdurmaktı (İnalcık, 2001, 646).

Bununla birlikte, cihanşümul bir devlet olan Osmanlı’nın şartları, Rusların Asya’da güneye doğru inme çabalarına engel olmaya uygun değildi. Osmanlı, bir taraftan 1514 Çaldıran muharebesiyle kesin üstünlük sağladığı İran’la, öbür tarata ise Avusturya ve başta Venedik olmak üzere diğer Avrupa devletleri ile uğraşmak zorundaydı.

Rusya ile çatışma kaçınılmazdı. 17. Asır ortalarından itibaren başlayan gerginlikler sonunda Osmanlının Rusya karşısında gerilediği uzun bir savaş dönemine yol açtı. Osmanlı’nın Rusya karşısında gerileme süreci, 1711 Prut anlaşmasından sonra 1774 Küçük Kaynarca, 1792 Yaş, 1812 Bükreş, 1829 Edirne ve 1878 Ayestafanos antlaşmaları ile adım adım devam eden yaklaşık 170 yıllık bir süreçtir. 1878’den sonra Osmanlı devleti Birinci dünya harbine kadar bütün Balkanları, Kuzey Afrika’yı kaybetmiş ve Birinci Dünya savaşı sonunda Sevr antlaşmasını imzalayarak tarih sahnesinden, devletin hükümranlığını Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal’in Başkanlığındaki Türkiye Büyük Millet Meclisine devrederek çekilmiştir.

 

3.5-         KUZEY KAFKASYA VE AZERBAYCAN’DA RUS İLERLEMESİ

Rusya’nın bölgede ilerlemesi, Osmanlılar gibi İranlılar tarafından da, başlangıçta önemsenmedi. İran bir taraftan Osmanlıyla, bir taraftan da Türkistan’da Buhara Hanlığıyla ve güneyde Hindistan ve Afganistan’la mücadele ediyor; Rusya’nın Kafkasya’ya kadar ilerlemesini değerlendirmeye fırsat bulamıyordu.

                   *                             *                             *

Fatih Sultan Mehmet Uzun Hasan’ı Otlukbeli’nde yenince Akkoyunlu Devleti Anadolu’dan İran’a çekildi. Büyük bir hükümdar olan Uzun Hasan, bu yenilgiye rağmen, öldüğü 1478 yılına kadar dirayetle hüküm sürdü; Gürcistan’ı Akkoyunlu’ya bağladı. Ancak Uzun Hasan’ın ölümünden sonra oğulları arasında taht kavgaları çıktı.

Bu arada Şeyh Safiyüddin isimli bir tarikat şeyhinden gelen Safevi hanedanı bölgede güç kazanıyordu. Sünni bir tarikat olarak faaliyet gösteren bu tarikat Şeyh Safiyüddin’in torunu olan Hoca Ali zamanında Şiiliği benimsemeye başladı (Başar, 1988, sf. 537). Bu zatın Timur üzerindeki nüfuzu tarikatın güçlenmesini sağladı. Hoca Ali’nin torunu olan Şeyh Cüneyd zamanında artık tam bir Şii tarikatı olarak şöhret kazanan Safeviler, bir tarikat olmaktan bir devlet olmaya dönüşüyordu. Şeyh Cüneyd Uzun Hasan’ın kız kardeşiyle evliydi. Böylelikle oğlu Haydar da Uzun Hasan’ın yeğeni oluyordu. Haydar da Uzun Hasan’ın, yani dayısının kızıyla evlenince, Safeviler Akkoyunlu hanedanıyla çok yakınlaşmış oldu.

Kısaca, Haydar’ın oğlu, Uzun Hasan’ın torunu olan İsmail, Akkoyunlu hükümdarı olan Sultan Rüstem’in ölümü üzerine onun oğulları ve yeğenleri arasında çıkan taht kavgalarından yararlanmasını bildi ve Türkmen aşiretlerini etrafında toplamaya başardı. Akkoyunlular’dan Azerbaycan tarafında hâkim olan Elvend’i yenerek 1501’de Şah unvanı aldı ve Safevi devleti kurulmuş oldu. Yani Safevi Devletinin kuruluşu, Şeyh Cüneyd’in torunu, Haydar’ın oğlu Şah İsmail zamanında gerçekleşti.

Şah İsmail, 1514 Çaldıran hezimetinden sonra 10 yıl daha tahtta kaldı. Şah İsmail, acımasız bir hükümdardı. Sünnilere karşı son derece sert davranışlarıyla temayüz etti. Buna karşılık onun kurduğu devlet, bir taraftan Akkoyunlu devletinin bir devamı sayılmak itibariyle öbür taraftan devletin önemli noktalarına getirdiği Türk oymak beyleriyle, tam bir Türk devleti görünümündeydi. Şah İsmail zamanında devletin dili Türkçeydi. Kendisi Hatayi mahlası ile Türkçe şiirler yazmıştı.

Safeviler, yirmi beş nesillik bir şecereyle, soyca İmam Musa Kâzım’a ve oradan da Hz. Ali’ye bağlanırlar. Bununla beraber, içinde yetiştikleri muhitin kültürüne bakıldığında bunların köklü bir Azerbaycan Türk ailesi oldukları anlaşılır. Hanedana ismini veren Şeyh Safiyüddin’e, daha hayattayken Türkoğlu, Türk Piri deniyordu (Başar, 1988, sf. 543).

1524’te Şah İsmail’in ölümünden sonra tahta veliaht oğlu, Bahadır Şah 1. Tahmasp geçti. 1576 yılına kadar 52 yıl gibi uzun bir süre hüküm süren Şah Tahmasp zamanında Osmanlıyla mücadeleler tekrar başladığı gibi, Özbeklere karşı da Horasan’da hâkimiyet mücadelesi veriliyordu. Bazı durumlarda Hindistan’da hüküm süren Babür oğullarıyla da karşı karşıya gelindiği oluyordu.

Bu dönemde Safeviler, Hint Okyanusunda ve Basra körfezinde, Babür oğullarının himayesindeki Portekizlilere karşı İngilizlerle işbirliği yaparak, İngilizlerin Hindistan’da güç kazanmasına dolaylı bir katkı sağlamış oldular.  

Safevilerin Osmanlılarla uzun ve kanlı mücadeleleri 1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasına kadar devam etti. Bu 125 yıllık mücadelede Tebriz, Revan, Şeki hanlıkları, Bağdat durmadan el değiştiriyordu. Sonunda Bağdat Osmanlı’da, diğerleri İran’da kaldı.

Osmanlıyla mücadeleleri bundan sonra da devam eden Safeviler, 1694 yılına kadar, özellikle Safi Mirza (Şah I. Süleyman) zamanında huzurlu bir dönem geçirdi. Fakat onun oğlu Sultan Hüseyin zamanında Din adamları eliyle Şii olmayanlara uygulanan baskı, Afganlıların isyanına yol açtı. Kandehar valisi Mir Üveys 1709’da bağımsızlığını ilân etti. Mir Üveys’in oğlu Mahmut da 1722’de Safevilerin başkenti Isfahan’ı işgal etti.

Osmanlı idaresi İran’daki bu zafiyeti görerek, İran sınırında asayiş ve emniyeti sağlamak ve bölgedeki Sünni ahaliyi Şii zulmünden kurtarmak gerekçeleriyle İran’a ordu gönderdi ve Tiflis’i (1723) işgal etti. Osmanlılar kısa sürede Kirmanşah, Eldelan ve Hoy (1723) yörelerini aldılar.

Bu arada Ruslar da, İran’daki kargaşayı fırsat bilerek, Kuzey Kafkasya sınırlarına daha önce yerleştirmiş oldukları Rus Kazakları üzerinden bir harekât başlatmış ve Ağustos 1722’de Derbent’i almışlardı. Osmanlıyla anlaşma ortamı sağlayamayan Şah II. Tahmasp, Sen Petersburg’a elçisi İsmail beyi gönderdi ve Gilân, Esterâbad ve Mazenderan havalisi Ruslara bırakılmak karşılığında Rusların İran’ı Afganlılardan kurtarmasını garanti eden bir anlaşma imzalandı.

Dolayısıyla Rusya ile Osmanlı İran’da karşı karşıya geldi. İki devlet 24 Haziran 1724’te İstanbul’da bir anlaşma imzalayarak İran topraklarını aralarında paylaşmaya karar verdiler.  Osmanlılarla barış yapmaya çok gayret eden Şah II. Tahmasp, Ruslarla Osmanlılar arasındaki bu İstanbul anlaşmasına itiraz etti. Bunun üzerine Osmanlı ordusu aynı anlaşma hükümlerine dayanarak Batı İran’da bulunan Luristan eyaletini, Hemedan ve Nihavend’i fethetti (1724). Sonra Tebriz ve Revan (bugün Ermeniler Erivan diyor) alındı (1725). Şamahı’da bulunan Lezgilerin reisi Ruslara karşı Osmanlı’dan yardım istedi, Bâb-ı Ali kendisine Derbent havalisini dirlik olarak verdi, fakat Bakû’ya kadar ilerlemiş olan Rusları, İstanbul anlaşması dolayısıyla, sineye çekmek zorunda kaldı.

Ancak bir müddet sonra, Safevilerin dayandığı Türkmen aşiretlerinden Avşarların Kırklu oymağından Nadir ortaya çıktı (Gömeç, 2001, sh. 468). Afganları Isfahan’dan çıkaran Nadir Şah, bir müddet de Osmanlılarla uğraştı, Irak’a yürüyüp Bağdat’ı kuşattı. Yardıma gelen Osmanlı ordusuna yenildi, sonra yendi. Sonunda 1736’da Safevi hanedanından iktidarı tamamen alınca Osmanlıyla 1639 sınırları üzerinden anlaşma yaptı.

Nadir Şah, Osmanlı ve Afganlıya karşı başarılı mücadeleleriyle temayüz etti. Ancak ülkesinde birlik ve huzuru tesisi edemedi. 1747’de Avşar ve Kaçar beyleri tarafından öldürüldü. Yerine geçen Ali Kulu Mirza ve sonrakiler zamanında taht kavgaları arasında fırsattan yararlanan Kerim Han diye birisi iktidarı ele geçirdi. Kerim Han’ın ölümünden sonra İran’da iktidarın sahibi, Safevileri kuran Türkmen aşiretlerinden bir diğeri, Kaçarlar oldu (1779).

Rusların Kafkasya’da ilerlemesi bu dönemde başladı. İran’daki iç kargaşadan yararlanmasını bilen Ruslar, Gürcistan prenslerinin İran ve Osmanlı’ya karşı yardım talepleri dolayısıyla Güney Kafkasya’ya da 1760’lardan sonra inmeye başlamışlardı. Ruslar Hazar kıyılarında Esterabad sahillerinde bir Rus filosu için üs istediler, fakat İran bunu kabul etmedi. 1783’te Gürcistan Rusya’dan yardım istedi. Ruslar Tiflis’e girdiyse de İran Şahı Ağa Muhammed Han Rusları kovaladı ve Gürcistan’ı tekrar itaat altına aldı. 1796’da sefere çıkan Rus ordusu, 1796’da Derbent’i tekrar aldı. Ancak Ağa Muhammed Han yine Rus ordusunu püskürttü; esasen Ruslar da Çariçe II. Katerina’nın ölümü dolaysıyla geri çekiliyordu. Ağa Muhammed Han Ruslardan kurtardığı Şuşa’da idama mahkûm ettirdiği iki Türk tarafından katledilince yerine geçen yeğeni Feth Ali Han zamanında (1797-1834), Ruslarla mücadele yeniden kızıştı. Fakat İran orduları kumandanı Abbas Mirza bütün gayretine rağmen üstün Rus kuvvetleri karşısında mağlubiyetlerden kurtulamadı. Ruslar 1803’te Avaristan, 1806’da Bakû ve Kuba hanlıklarını ele geçirdi. Rus ilerlemesi karşısında bir şey yapamayacağını kabul etmek zorunda kalan Feth Ali Han Ruslarla önce Gülistan anlaşmasını imzalayarak (1813), Gürcistan bölgesini Ruslara terk etti. Sonra da 1828 Türkmençayı anlaşmasıyla İran bugünkü hudutlarına çekildi; Azerbaycan da dâhil bütün Kafkasya Ruslara bırakıldı.

Anlaşılıyor ki, İran’da iktidar mücadelelerinde iktidarı perçinlemenin yolu,0 Osmanlı’ya bir savaşta galebe çalarak itibar sağlamaktı. Ruslarla Gülistan anlaşmasını yapan Feth Ali’nin oğlu Abbas Mirza, Osmanlı’nın Mora isyanıyla uğraşmasını fırsat bilerek Doğu Anadolu’da bazı bölgeleri işgal etti, yağmaladı. Osmanlı zor durumda kalmıştı; fakat o sırada baş gösteren kolera salgını İran ordusunda kırgına yol açtı ve Abbas Mirza barış istemek zorunda kaldı. 

Feth Ali Han’dan sonra torunu Muhammed Şah (1834-1848) tahta geçti. Muhammed Şah Afgan kabilelerini itaat altına almak istiyordu. Sistan, Kabil ve Kandahar’a yürüyen İran ordusu Herat’ı kuşattı. İran’ın Afganistan’la ilgili girişimleri hem Rusya’yı hem de İngiltere’yi yakından ilgilendiriyordu. İngiltere’nin Afganistan’a çıkmasını istemeyen Rusya İran’ı destekliyordu. İngiltere Basra körfezine donanma gönderince Muhammed Şah Herat kuşatmasını kaldırdı. Ama bu durumda Ruslara yanaşmak zorunda kalan Muhammed Şah onlara Hazar denizinde bir üs vermek durumunda kaldı.

Bu şekilde oluşan Rus nüfuzu İran’da Birinci Dünya Harbi öncesine kadar devam etti. 1907 yılında imzalanan Rus - İngiliz anlaşmayla İran’da İngilizler de nüfuz sahibi oldu. Birinci Dünya Harbi esnasında bu iki devlet, yönetimi tamamen kontrolleri altına aldılar. Ruslar Ekim 1917 Bolşevik ihtilâli yüzünden İran’dan çekildi, ama 1920’de Bolşevik ordusu olarak geri geldi. Bunun üzerine İngilizler İran’ı terk etti. Bu durumda Rusların teşkil ettiği birliklerden birinde küçük rütbeli bir subay olan Rıza Han önce Harbiye nazırı, sonra başvekil oldu. 1923 yılında son Kaçar Han’ı Ahmet Şah’ı Avrupa’ya sürgüne göndererek Rıza Şah Pehlevi unvanıyla tahta geçti



[i] Bu haberleşmeler için bakınız:

-          Kılıç R, http://remzikilic.com/kanuni-sultan-suleyman-devri-osmanli-devletinin-karadeniz-ve-rusya-siyaseti.html. Erişim tarihi: 24 Nisan 2017;

-          Andican A, 2009, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye ve Orta Asya, Doğan Kitap, İstanbul.

-          Anonim, 2007, Belgelerle Kazan – Osmanlı İlişkileri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü

-          Anonim, 2008, Belgelerle Türkistan – Osmanlı İlişkileri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü

Site içi arama

Site düzenlemesi Crystal Studio