ANA HATLARIYLA TÜRK DÜNYASI ORTAK TARİHİ- 2

3- ONALTINCI ASIR ORTALARINDAN GÜNÜMÜZE

Ruslar Kazan’ı 1552’de aldığı zaman, yani 16.asır ortalarında Türkler şu devletlere sahip bulunuyordu: Türkiye’de Osmanlı Devleti, İran’da Safevi Devleti, Timurluların devamı olarak Hindistan’da Babür’ün kurduğu Türk Devleti, Türkistan’da Batı’da Şeybani – Özbek-, Kazak, Nogay, Astrahan, Kırım, Doğu’da Kaşgar ve Turfan Hanlıkları, Çin’de Cengiz torunu Kubilay Han’ın başlattığı Yuan hanedanının hakimiyeti 1368’de son bulmuş, fakat kuzeye çekilen hanedan mensupları Moğolistan ve İç Moğolistan’da hakimiyetlerini 1634 yılına kadar sürdürmüştü.

Bu devletlerin ilk dördü, ilk zamanlar Dünya’nın en büyük devletleriydi. Ruslar 1552’ye kadar olan 250 senelik tarihlerini “Tatarskoe İgo– Tatar Boyunduruğu” olarak isimlendirir. Oysa bu dönemde varlıklarını, idari yapılarını Altınorda’dan taklit ederek güçlendirdiler, dil ve kültürlerini, inançlarını korudular. Daha sonraki dönemlerde ise Türklere çok büyük zulümler ettiler (Kurat, 2001). Eğer o dönem boyunduruksa, sonraki dönemde Rus hâkimiyeti altında inleyen Kazan, Başkırt, Kırım, Türkistan, Sibir ve Kafkas Türklerinin durumu, “giyotin” olmak gerekir.

Ruslar 1552’de Kazan’ı alırken Osmanlı’nın konuya bigâne olmadığı, 1563’teki Rusya seferinden anlaşılıyor. 1570’te anlaşma yapılıyor. İran’la baş gösteren yeni sıkıntılar muhtemelen bu seferin böyle bir anlaşmayla sona erdirilmesine sebep olmuştur. Gerçekten de, İstanbul’da saray entrikalarına kurban giden şehzade Mustafa’nın ölümünden sonra, Şehzade Bayezid de ağabeyinin akıbetine uğrama korkusuyla 1559’da Şah Tahmasp’a sığınmıştı. Bu gibi gaileler Osmanlı’nın Kazan’a yardımını geciktirmiş olabilir. Ancak Kazan Hanlığından gelen elçilerin aylarca İstanbul’da kaldığı ve padişahla, ya da sadrazamla görüşemeden geri döndüğü gibi bilgiler öteden beri söylenegelir. Bunların ciddi bir surette araştırılması gerekir.

Osmanlı-İran rekabeti, 19. asır başlarına kadar bütün şiddetiyle devam etti ve bu iki devletin bütün enerjisini ve dikkatini aldı. Bu iki devlet birbirini kollamaktan bölgedeki diğer gelişmeleri, meselâ Rusların büyümesini ve Türk illerine yayılmasını önemsemediler. Hatta birbirlerine karşı Hıristiyan ülkelerle işbirliği yapmaktan çekinmediler. Meselâ 1722’de Afganistan Valisi isyan edip Isfahan’a girdiği zaman, Ruslar İran’a Derbent ve Kafkasya’da bazı üsler karşılığında yardım etmeyi teklif ettiler. Osmanlı İran sınırındaki Sünni ahalinin huzur ve asayişini sağlamak maksadıyla İran’a girdi. Rusya İstanbul’a, İran Sen Petersburg’a elçi gönderdi. Osmanlı ve Rusya, İran’ı adeta paylaşmak üzere anlaşmışlardı. Yani, sonradan bölgede hâkimiyet mücadelesi için söylenen “büyük oyun”, o tarihlerde bu aktörler arasında cereyan ediyordu. Osmanlı ve İran arasında çekişme uzun zaman devam etti. Ruslar bu durumdan yararlanmasını bildiler ve 1828 Türkmençayı anlaşmasıyla Kafkasya’da 1992’ye kadar sürecek sınırlara ulaştılar.

Özet olarak söylemek gerekirse 16. asır ortalarından 1922’ye kadar olan dönem, Türk tarihinin cezir dönemidir. Ruslara, Çinlilere, İngilizlere karşı hep geri çekilme halinde olduk. Bu çekilme, 1922’de modern Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna giden zaferler olmasaydı, Türk Denizinin tamamen kurumasına, Türklüğün tamamen yok olmasına kadar gidebilecekti. Yani Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, Türk denizindeki çekilmenin durması anlamına geliyordu. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla da denizimizin yükselişi, gözle görülür hale geldi.

Bu bölümde ele alacağımız cezir dönemi, İdil Ural ve Türkistan’da Rus yayılması, Doğu Türkistan’ın Çin hâkimiyetine girmesi, Hindistan’ın İngiliz sömürgesi oluşu, Osmanlıların Haçlılar ve Rusya karşısında gerilemesi ve Kuzey Kafkasya ve Azerbaycan’da Rus ilerlemesi olarak beş bölüm halinde incelenmeye çalışılmıştır. Aslında Türk yayılmasının tabii seyri bakımından ilk üç bölümü Hazar Denizinin doğusunda, son iki bölümü de Hazar Denizinin batısında olarak gruplandırmak da mümkündür.

 

3.1- İDİL URAL VE TÜRKİSTAN’DA RUS YAYILMASI

Güneydeki bu çekişmeler böylece devam ederken, Ruslar,  kuzeyde Altınordu devleti yerine kurulmuş hanlıkların en önemlilerinden birisi olan Kazan Hanlığını, başlarda vergi veriyorken, 1552’de işgal ederek güneye inmeye başladılar.

Kazan hanlığının etrafındaki Astrahan, Kasım, Nogay ve Kazak/Aral hanlıklarıyla daha da güneyde yer alan Buhara, Kokand ve Hîve hanlıkları, aralarındaki çekişmelere son verip, gelmekte olan bu güçlü Rus yayılmasını durduramadılar. Bizim idraksizliğimize, Rusların ferasetine bir örnek olması bakımından, meselâ Kasım Hanlığı, başta Rus Moskova knezliğini kontrol etmek ve gerektiğinde derhal müdahale etmek üzere, Kazan Han’ı Uluğ Muhammed Han tarafından oğlu Kasım Han’a kurdurulmuştu. Ancak daha sonraki yıllarda, Kazan tahtı için mücadelede, Kasım Han’ın Rusların yardımını almasıyla, kuruluş maksadının tersine bir pozisyona girmiş oluyordu.

Böylece Rusların Türk İllerinde hâkimiyeti tamamen ele geçirmeleri, 1552`den 1876 yılına kadar, 324 yıllık bir süreçte tamamlandı. Bu süreçle ilgili daha geniş bilgiler için, “Türk Dünyası: Genel Bakış (1998)”[1] ve “Türk Dünyası El Kitabı (2001)”[2] iyi bir kaynak olarak müracaat edilebilir.

Güneyde Çağataylılar, Özbekler (Şeybaniler) ve Timurlular arasında çekişmeler devam ederken, Ruslar,  kuzeyde Altınordu devleti yerine kurulmuş küçük Hanlıklardan birisi olan Kazan hanlığını, başlarda vergi veriyorken, 1552’de işgal ederek güneye inmeye başladılar. Kazan hanlığının etrafındaki Astrahan, Kasım, Nogay ve Kazak/Aral hanlıklarıyla daha da güneyde yer alan Buhara, Kokand ve Hive hanlıkları, aralarındaki çekişmelere son verip, gelmekte olan bu güçlü Rus yayılmasını durduramadılar. Bizim idraksizliğimize, Rusların ferasetine bir örnek olması bakımından, meselâ Kasım Hanlığı, başta Rus Moskova knezliğini kontrol etmek ve gerektiğinde derhal müdahale etmek üzere, Kazan Han’ı Uluğ Muhammed Han tarafından oğlu Kasım Han’a kurdurulmuştu. Ancak daha sonraki yıllarda, Kazan tahtı için mücadelede, Kasım Han’ın Ruslardan yardımın almasıyla, Kasım hanlığı, kuruluş maksadının tersine bir pozisyona girmiş oluyordu. Böylece Rusların Türk İllerinde hâkimiyeti tamamen ele geçirmeleri, 1552`den 1876 yılına kadar, 324 yıllık bir süreçte tamamlandı. Bu süreçle ilgili daha geniş bilgiler için, “Kavuncu ve ark, 1998, Türk Dünyası: Genel Bakış” ve “Anonim, 2001, Türk Dünyası El Kitabı, Cilt:1”  iyi bir kaynak olarak müracaat edilebilir.

1917’deki Bolşevik ihtilâline kadar devam eden Çarlık Rusya’sı döneminde Batı Türkistan’da, Rusların yerleşmesi ve hâkimiyetlerini kesinleştirmesi mücadeleleri yaşandı. Bolşevik dönemde Batı Türkistan 1924’ten itibaren başlayan ve 1936’ya kadar devam eden bir süreç içinde Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan diye beş cumhuriyete ve Karakalpakistan diye Özbekistan’a bağlı özerk bir bölgeye bölündü.  

Bolşevik dönemde aşiret ve boy yapılanması yerine her sosyalist devletin ana unsurundan bir millet oluşturma siyaseti güdüldü. Ancak 1991’de Sovyetler Birliği dağılıp kardeşlerimiz bağımsızlığını ilân edince, boy ve aşiret kimliğinin yok olmadığı görüldü.

Kazaklarda ve Kırgızlarda uruk mensubiyeti ve buna bağlı yapılanma halen güçlü bir şekilde sürüyor. Kazaklarda uruklar üç cüze (büyük, orta ve küçük) toplanmış vaziyettedir. Urukların modern sosyolojideki topluluk birimlerinden birisine tam karşılık geldiği söylenemez. Batılılar daha çok klan sözcüğünü kullanıyorlar ama orta cüzden Kıpçak, Nayman, büyük cüzden Kanglı denilen uruklar birer boy iken, diğer birçokları böyle boyların alt gruplarını oluşturuyor. Kazaklarda ulu cüzde 21, orta cüzde 17, küçük cüzde 29 uruk sayılıyor.[3] Buna göre,

Ulu Cüz: Kanglı, Üysin, Duvlat, Istı, Tilik, Sıkım, Janıs, Ocaklı, Alban, Bekbolat, Sirgeli, Celayir,Şanışkılı, Bestanbalı, Şımır, Şapraştı, Şınkoca, Koralas, Suvan, Botbay, Sambet.

Orta Cüz: Kıpçak, Kongırat, Sanğıl, Mangıtay, Nayman, Bağanalı, Taraktı, Argın, Matay, Sadır, Kerey, Uvak, Ergenekti, Baltalı. Karakerey, Sarcömert, Töre.

Küçük Cüz: Kereyit, Tama, Alşın, Karasakal, Maskar, Beriş, Şümekey, Altın, Serkeş, Esentemir, Cüy, Çakalbaylı, Teley, Dörtkara, Sunak, Mansur, Alaca, Şekti, Cappas, Tazdar, Alim, Tabın, Teristanbalı Tabın, Tamadan, Ontanbalı Tabın, Kerderi, Karakesek, Aday, Karıyık.   

Kesici (2003), ulu cüzde 11, orta cüzde 6, küçük cüzde 3 büyük uruk olduğunu ifade etmektedir, Buna göre: ulu cüzdekiler Kanglı, Üysin, Duvlat, Istı, Ocaklı, Alban, Sirgeli, Celayir,Şanışkılı, Şapraştı ve Suvan; orta cüzdekiler Kıpçak, Argın, Nayman, Uvak, Kerey ve Kongrat; küçük cüzdekiler Cetiuruv, Alimulı ve Bayulı`dır.[4] Bu küçük cüzdekiler, sonradan alt uruklara ayrılmış olmalılar.

Millet kimliğinin tam ve kâmil bir şekilde gelişmemiş olması bir eksiklik gibi görülebilir. Fakat bir devletin ana unsuru içindeki bazı boy ve aşiretlerin diğer bir veya iki devletin ana unsuru içinde yer alması, bir Türkistan üst kimliğini benimseme bakımından bir kolaylık da sunmaktadır. Kıpçak, hem Özbek, hem Kazak, hem de Kırgız’da vardır. Nayman, Kongrat urukları da aynı şekilde hepsinde vardır. Barlas aşireti hem Özbek, hem Türkmen’de vardır[5].

1552’de Kazan’ı aldıktan sonra 324 yıl içinde, 20. yüzyıl başındaki büyük oyunun çizdiği Afganistan sınırına kadar inen Rusya, bir taraftan 18. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı topraklarına karşı fütuhat hareketlerine girişti. Bir taraftan da Kafkasya’da İran’daki Türk devletiyle karşı karşıya geldi. Rusya’nın Osmanlı ve İran ile münasebetleri ayrıca ele alınacak olup Hazar Denizinin öbür tarafındaki yayılması kronolojik olarak şöyle özetlenebilir (Kavuncu ve ark. 1998, Anonim 2001):

-           1552 Kazan’ın işgali

-           1553 (veya 1556) Şehzade Mustafa’nın Katledilmesi

-           1556 Astrahan hanlığının işgali

-           1557 Nogay hanlığının parçalanması ve Büyük Nogay Ordasının Ruslara tabi olması

-           1559 Şehzadeler Konya savaşı, Şehzade Bayezid’in İran Şahı Tahmasp’a sığınması

-           1563 Osmanlı’nın Rusya Seferi

-           1570 Osmanlı Rusya Anlaşması

-           1598 Sibir Hanlığının sonu

-           1604 Nogay Altul Ordasının Rus hâkimiyetine girmesi

-           1628 Yenisey Kırgızlarının (Hakasların) Rus hâkimiyetine girmesi

-           1731 Kazakların Küçük cüzünün Rus hâkimiyetini kabul etmesi

-           1783 Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı, Küçük Nogay Ordasına mensup uruğların yaşadığı toprakların Ruslar tarafından istilasının tamamlanması

-           1865 Rusların Taşkent şehrini işgali

-           1868 Buhara Hanlığının Rusların kontrolüne girmesi

-           1873 Rusya’nın Hive Hanlığına hâkim olması

-           1876 Kokand Hanlığının düşmesi

-           1884 Türkmenlerin Rus boyunduruğuna girmesi

Altınordu devletinin kurulmasından 1552’ye kadar geçen “Tatar boyunduruğu (Tatarskoe igo)” döneminde Rus knezlikleri varlıklarını devam ettirdiler. 1552’den sonra Rusların Türk bölgelerindeki uygulamalarıyla, 1552’den önce Tatarların Rus bölgelerindeki uygulamalarını Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat şöyle mukayese diyor: “Şüphesiz yabancı bir zümrenin, hele ırk ve din bakımından büsbütün ayrı olan bir kavmin hâkimiyeti kolay bir şey değildir. Fakat 240 yıl süren Altınordu hâkimiyeti neticesinde Ruslar dillerini, dinlerini, topraklarını ve idare teşkilâtlarını tamamen muhafaza etmekten başka, bütün bunları kuvvetlendirmeğe de muvaffak olduklarına bakılırsa, bu Tatar hâkimiyetinin “boyunduruk” olmadığına hükmetmeliyiz. … Altınordu’nun Rus knezliklerindeki hâkimiyetlerinin, sonraki Rus çarlarının Kazan, Başkurt, Sibir, Kırım, Kafkas ve Türkistan’daki hâkimiyetlerine nispetle kat kat yumuşak olduğunda zerre kadar şüphe yoktur. Müthiş İvan’ın ve Romanof ailesinden gelen Çar hükümetlerinin Türk kavimlerini imha yolunda aldıkları tedbirlerin onda birinin Altınordu hanları tarafından alınmadığı muhakkaktır.” (Kurat, 2001, sh.543)[6].   

            Rusların sindirme ve Ruslaştırma faaliyetleri, 1917 Bolşevik ihtilâlinden sonra da devam etti. Tek tip Sovyet insanı (Homo sovyeticus) oluşturma adı altında, ana dilini ve öz kimliğini kaybetmiş, “mankurt” aydınlar yetiştirilmeye çalışıldı, İlminsky’nin sözde bilimsel gayretleriyle her boydan bir ulus oluşturma yolunda, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tatar ve Azeri alfabeleri birbirinden farklı hale getirildi ve bu topluluklara ayrı siyasi kimlikler kazandırıldı.

 

            Öbür yandan Marksist – Ateist eğitim anlayışı, totaliter bir sistemle uygulandı; Allah’a inanan, namaz kılan, çocuğunu sünnet ettiren, Kur’an okuyan insanlar öldürüldü, işten çıkarıldı, hapse atıldı. Baymirza Hayit merhuma göre 1918 – 1990 yılları arasında 20 milyondan fazla Müslüman öldürüldü, özellikle Stalin devrinde Sovyetler Birliğinde Müslümanlara karşı katliam siyaset yürütüldü. Öte yandan da İslâm eserleri yok ediliyordu. 1912 yılına kadar 24 binden fazla cami ibadete açıkken, 1939’da bunların sadece 100 kadarı ayakta kalmış, bunun da sadece 8’inde ibadete izin verilmiştir (Hayit 2000, sf. 330 – 331).[7]

 

 



[1] Kavuncu ve ark., 1998, Türk Dünyası: Genel Bakış, Selçuklu Vakfı Yayınları, Ankara.

[2] Anonim, 2001, Türk Dünyası El Kitabı, Birinci Cilt: Coğrafya – Tarih, TKAE yayın Nu.163, sh. 517 - 612,

   Ankara.

[3] Nimet Mincan, Kısa Kazak Tarihi, Yalın Yayınevi, Almatı 1994.

[4] Kesici, 2003, a.g.e. sh. 39

[5] Tacik tanışlarla bir iki sohbetimizden anladım ki, Tacikler, kendilerine Türk, Özbek denmesini kabul etmiyorlar. Ama Türkistanlı olmayı reddetmiyorlar. Bu sohbetlerin birisinde ana dili Tacikçe olan bazı dindarların Yesevi Hikmetlerini ezberlerinden ilâhi tarzında ve Türkçe okuduklarını görmüştüm.

 

[6] Anonim, 2001, a.g.e. sh.543

[7] Dr. Baymirza Hayit, 2000, Sovyetlerde Türklüğün ve İslâm’ın Bazı Meseleleri, TDAV, İstanbul. 

Site içi arama

Site düzenlemesi Crystal Studio