Prof. Dr. Orhan Kavuncu

Türk Ocakları, Türkçüler tarafından 25 Mart 1912 yılında kurulmuştur. Türkçülük, “Türk Milletini sevmek ve yüceltmek” olarak tanımlanır. Türk Ocakları kurulduğu zaman, Türkçülerin niyeti, Türk’e Türklüğünü anlatmak, Türk Kültürünün, sanat ve edebiyatının tanınmasını ve gelişmesini sağlayacak çalışmalar yapabilmekti. 1912’de yayımlanan Türk Ocağı Esas Nizamnamesine göre Ocağın gayesi, “Akvam-ı İslâmiyenin  bir rükn-i mühimmi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terakki ve i'lasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak" idi. Dernek, amacını gerçekleştirmek için "Türk Ocağı adı ile kulüpler açarak dersler, konferanslar, müsamereler tertip, kitaplar ve risaleler neşir edecek, mektepler açmaya çalışacak"tı. Türk Ocağının amacına ulaşmağa çalışırken "sırf milli ve içtimai bir vaziyette" kalacağı belirtilmekte, "asla siyaset ile uğraşmayacak ve hiçbir vakit siyasi fırkalara hadim bulunmayacaktır" denilmekte idi. [i]

            Kısa zamanda İzmir, Bursa, Adana, Sivas gibi büyük şehirlerde şubeler açılarak çalışmalar yurt sathına yayılmaya çalışılır; şube sayısı daha 1916 yılında 25, 1919’da 35 olur. Fakat Sevr anlaşması uyarınca Osmanlı yurdunu istila eden müttefik güçler Türk Ocaklarını kapatırlar. İstanbul’a İngiliz kuvvetleri girdiği zaman ilk olarak İttihat Terakki Partisinin merkezini, ikinci olarak da Türk Ocağı binasını müsadere ederler. Çünkü halkı istilacı güçlere karşı isyana teşvik eden, özellikle İstanbul’da o günlerde çok ses getiren büyük açık hava toplantıları düzenleyerek ahalinin milli duygularını harekete geçirmeye çalışanların mekânı Türk Ocaklarıdır. Aralarında Ağaoğlu Ahmet beyin, Ziya Gökalp’in de bulunduğu bazı yöneticileri Malta’ya sürülür. Zaten Ocağın genç üyeleri Kuvay-ı milliye hareketine katılmak üzere Anadolu’ya geçerler. Bu yüzden de Türk Ocağı çalışmaları İstiklâl Harbi boyunca askıya alınır. [ii]

            1922 yılında Ankara’da yeniden faaliyete geçen Türk Ocakları kapatıldığı 1931 yılına kadar çok önemli faaliyetler yaptı. Kısa zamanda 270 şubeye ve on binlerce üyeye erişen Türk Ocakları, bu dönemde de Türk Yurdu dergisini çıkardı, İstanbul’da çok görkemli bir Türk Müziği korosu (ihtifali) oluşturdu. Ankara’da bugün Kültür ve Turizm Bakanlığı Resim Heykel Müzesi olarak faaliyet gösteren tarihi Türk Ocağı Binası, Türk Ocaklıların şahsi gayretleriyle inşa edildi.

Türk Ocakları bu Birinci Dönemde, 1912’de açılmış, 1918’de kapanmış, 1922’de tekrar açılmış ve 1931’de kapanmıştır; yani iki kere açılmış, iki kere kapanmıştır. Üçüncü açılışını gerçekleştirdiği 1949 yılından sonra ise Türk Ocakları bir daha kapanmadan günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir.

            1931’de kapatılışı ile ilgili iki gerekçe söylenmektedir. Bunlardan birisi iç siyasette Serbest fırka denemesine Türk Ocaklıların gösterdiği ilgidir. Yurt çapında gelişen alternatif siyasi hareket arayışlarında Türk Ocakları siyaset dışı duruşunu korurken, üyeler aktif olarak siyasi arayışlara katılıyordu. Meselâ Bandırma Türk Ocağı başkanı Belediye başkan adayı olmuş ve CHP adayı da dâhil diğer adayların hepsinden daha çok oy alarak seçimi kazanmıştı. Bu gelişme, CHP’de etkili olan bazı kozmopolit çevreleri ürkütmüş ve Türk Ocaklarının kapatılması yönünde bir kamuoyu oluşturulmuştu.

İkinci gerekçe ise, Türk Ocaklarının özellikle Sovyetler Birliği bünyesindeki devletlerin vatandaşı olan kardeşlerimize gösterdiği ilgiydi. Rahmetli Fethi Tevetoğlu’ndan öğrendiğime göre, Moskova’dan gelen baskılar, Mustafa Kemal Atatürk’ü böyle bir karar vermeye mecbur bırakmıştı. Gerçekten Türk Ocaklarının yayın organı olan Türk Yurdu dergisinde daha Şubat 1912’den itibaren “TürklükŞüyûnu[iii] başlıklı bir bölüm de yer alır. İlk zamanlar 15 günlük daha sonra aylık çıkan Türk Yurdunda bu “Türklük Şüyûnu” bölümünde Türk Dünyasının her yöresinden haberler, bilgiler vardır. Cumhuriyetten sonra da devam eden bu bölümdeki bilgiler, Sovyetler Birliğindeki Türk Cumhuriyetlerin kuruluşları, Kazakistan, Özbekistan, Kırım vs hakkında önceleri A.Y. sonraları A. B. imzasıyla yayınlanır ve Türk Ocaklıların kardeşlerimizi ne kadar yakından takip ettiklerini gösterir.

Bu gerekçeleri dikkate alan Atatürk, Türk Ocaklarının olağanüstü kongre toplayarak kendisini fethetmesini ister ve elit kadroların hizmete tek çatı altında, Cumhuriyet Halk Fırkasında devam etmesini ister. Olağanüstü Genel Kurul’da Türk Ocakları, Hamdullah Suphi, Sadri Maksudi, Celal Bayar ve Zeki Velidi gibi isimlerin muhalif kalmasına rağmen, oy çokluğu ile kendisini fesheder (Yücel Hacaloğlu, şahsi görüşme). Başta Ankara’daki Türk Ocaklıların şahsi gayretleriyle inşa edilmiş olan o güzelim bina olmak üzere bütün mal varlığı Cumhuriyet Halk Fırkasına intikal eder. Böylece Türk Ocakları fikri gücünü ve fiziki varlığını Cumhuriyet halk Fırkasının hizmetine vermiş oldu.

 

İkinci Dönem

Türk Ocaklarının kendini feshetmesinden sonra Türk Milliyetçileri boş durmadı. Gençler özellikle Hüseyin Namık Orkun, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Orhan Şaik Gökyay, Fethi Tevetoğlu gibi isimlerin yazdığı Orkun dergisi etrafında faaliyet gösteriyordu. İkinci Dünya Harbinden sonra, yine Sovyetler Birliği ile “papaz olmamak” için milliyetçilerin üzerine gidildi. Nihal Atsız’ın dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na Orkun dergisinde peş peşe yazdığı, “hani Türkçü idiniz? O zaman bu solcuların Milli Eğitimde işi ne?” şeklinde özetlenebilecek iki açık mektup bahane edilir. Sabahattin Ali hakaret gerekçesiyle dava açar. Yukarıdaki isimler yanında Alparslan Türkeş, Muzaffer Eriş, Sait Bilgiç, Zeki Sofuoğlu, Zeki Velidi, Oğuz Öcal, Hikmet Tanyu, Hasan Ferit Cansever, Nejdet Sançar, Nurullah Barıman, İsmet Tümtürk, Fazıl Hisarcıklı, Saim Bayrak, Cihat Savaş Fer, Fehiman Altan, Yusuf Kadıgil, Cabbar Şenel, Hamza Sadi Özbek gibi isimlerle toplam 23 kişi tutuklanır. 3 Mayıs 1944’de ilk mahkemede 13 sanık beraat eder, Atsız, Sançar, Türkeş, Zeki Velidi, Tevetoğlu, Reha Oğuz, Oğuz Öcal, Barıman, Cihat Savaş Fer ve Cabbar Şenel 26 Ekim 1945’e kadar tutuklu kalır. Sonra hepsi berat eder. Ama o dönem yapılanlar ve Turancılık suçlamaları Türk aydının zihninde öyle yer eder ki, milliyetçi büyüklerimiz bile “milliyetçiyiz ama Turancı değiliz” deme ihtiyacı duyarlar. Cumhuriyet döneminde Türk Milliyetçiliği fikrine vurulan birinci darbe budur; ikincisi ise biraz sonra ele alacağımız 12 Eylül 1980 darbesi…

Türk Ocaklarının günümüze kadar gelen ikinci varlık dönemi, 18 yıllık bir aradan sonra, 1949 yılında başlamıştır. 1931 yılındaki kapatılış sırasında Ocağın Genel İdare heyetinde olanların Hamdullah Suphi Tanrıöver başkanlığında kurucu olarak gösterildiği bir Türk Ocakları Yasası ile Türk Ocağının 10 Mayıs 1949'da, İstanbul'da yeniden açılması sağlanmıştır.

Türk Ocağı, bu ikinci kuruluşunun ilk yıllarında dikkate değer bir varlık gösterememişti. Çünkü o yıllarda gençler kurdukları ve sonradan Milliyetçiler Derneği adı altında birleştirdikleri kendi derneklerinde çalışıyorlardı. Türk Ocağı'na yöneliş, gelişmesinden ürken iktidarın bu Milliyetçiler Derneği'ni kapattırmasından ve Ankara'da dinamik bir Türk Ocağı şubesinin kurulmasından sonra olabildi. Muhtemelen bütün bunların olduğu 1952 yılında, “Amme Menfaatine Hadim (Kamu Yararına Çalışan) Dernek” statüsü ve Türk Ocağı'nın tarihi binasının intifa hakkı da Ocağa verilmiş, çalışmalar için zemin hazırlanmıştı.

1954 yılından başlayarak gençlerin desteği ile başarılı çalışmalar yapmağa başlayan Ocak, 1958'de Genel Merkez'in Ankara'ya nakledilmesi ile daha etkili çalışmalara yöneldi. Genel Merkezde kurulan Gençlik Kolu ile Sanat ve Edebiyat Kolu, Türk Ocağı çalışmalarını Ankara dışına taşıdılar. Fakat bu etkinlikler 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi ile kısa bir süre sarsıntıya uğradı. Çünkü bina, ihtilal idaresi tarafından el konulmak isteniyordu. Ancak bu durum, rahmetli Cemal Gürsel’in müzahir olmasıyla, uzun sürmedi ve Ocak, çalışmalarına devam edebildi.

Cemal Gürsel’in Ocağı himaye etmesinin altında, gençlik yıllarında Türk Ocaklarından feyz almış olması yatar. Türkeş Bey rahmetlinin 1989 yılında özel bir sohbetimizde aktardığı kadarıyla bu durumu Gürsel o günlerde şöyle anlatmıştır: “Birinci Dünya harbinde Harbiye’yi yeni bitirmiş, genç bir mülâzım-ı evveldim. Suriye cephesindeydik. Oradan İstanbul’a gönderdiğimiz mektupların üzerine adres kısmına İstanbul yazmazdık, Akkurum yazardık. Çünkü Türk Ocaklarından aldığımız terbiyeye göre Türklerin ilk devletinin başkentinin adı Karakurum olduğuna nazaran şimdiki başkentinin adı da Akkurum olmalıydı.”  Nitekim Tekin müstear ismiyle o yıllarda yayınlanan “Turan” kitapçığının kapağında da basıldığı yer “Akkurum -‘Kader’ Matbaası” yazılıdır.

1970’lere kadar gelişerek heyecanla devam eden faaliyetler, 1970’den itibaren bir heyecan soğumasıyla birlikte durgunlaşmaya başlar. Heyecan soğumasının sebebi, Osman Turan ile Emin Bilgiç rahmetliler arasındaki mahkemeye intikal eden çekişmeydi. O soğumayla birlikte öğrenciler arasındaki ideolojik çatışmalardan da Ocak nasibini alıyordu. Solun üniversitelerde kontrolü sağlayabilmek için uyguladığı “devrimci terör” karşısında milliyetçi gençlerin başlıca sığınağı Türk Ocaklarıydı. Ankara’da Türk Ocağı binası milliyetçi gençlerin karargâhı konumuna gelmişti.

Muhtemelen 1968 (veya 1969) kongresinde Emin Bilgiç ve Osman Turan birlikte Genel Merkez İdare Heyetine seçilirler ve aralarında genel başkanlık çekişmesi başlar. Türk Ocakları Tarihinin 1967-1973 arasın dönemi için Cezmi Bayram’ın Türk Yurdunda çıkan yazısında bilgi verilmektedir[iv].

1970 yılının Kasım ayında Dursun Önkuzu, okuduğu Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu (bugün Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi) binasında solcu militanlar tarafından hunharca öldürülünce biz ülkücü gençlerde haklı bir öfke ve infial oluştu. Şehidimizin cenaze namazını Maltepe camiinde kıldıktan sonra, memleketi olan Tokat’a doğru yola çıkan cenaze arabasını takip eden kalabalık bir gençlik grubu, yol üzerinde bulunan tarihi Türk Ocağı binasının önünden geçerken içerideki milliyetçi gençler de binanın önüne çıktılar. Böylece binanın hemen önünde öfkeli ve acılı çok kalabalık bir grup oluştu.  Doğal olarak duygularını ifade gereği duyan insanlar, başta dönemin başbakanı rahmetli Demirel olmak üzere yetkilileri protesto eden sloganlar haykırdılar. Cenaze kafilesini izleyen polisler, ülkücü gençliğin buradan bir karşı saldırı yapacağı bahanesiyle, derhal Türkocağı binasına girdiler, aralarında o tarihlerde Ülkü Ocakları Genel başkanı olan Ramiz Ongun’un da bulunduğu ülkücü gençlerden ellerine geçirdiklerini yakalayıp Emniyete götürdüler.

Türk Ocakları bu işgalden sonra süratle küçüldü, Ankara şubesinden başka Kırıkhan ve Kırıkkale, belki bir de Tekirdağ gibi şubeler kalmıştı. Bu arada Genel Başkanlığa mahkeme kararıyla Prof. Dr. Emin Bilgiç gelmişti. 1974 yılına kadar Prof. Dr. Emin Bilgiç’in Başkanlığında binanın iade edilmesi için yapılan birkaç cılız teşebbüs de netice vermeyince mevcut şubelerden bir kaçı daha münfesih duruma düşmüş, Türk Ocakları Genel Merkezi de 1969’dan beri kongresini toplayamamış bir dernek olarak kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.

Dr. Cezmi Bayram’ın Ankara şubesinin başkanı olarak Türk Ocağını kurtarma çabaları, genç bir insanın şuur ve irfanını göstermesi bakımından kayda değer çabalardır. Bu çabalar nihayet sonuç verir ve 1973’te yapılan bir kurultayla Orhan Düzgüneş Genel başkan olur. Binanın intifa hakkını geri alabilmek için verilen uğraşlar hüsranla sonuçlanır. Çünkü 1949’dan sonra binanın intifa hakkı alındığı zaman bu tapuya şerh edilmediği için bina CHP’nin malı görünmektedir ve hukuken yapacak bir şey yoktur (Bayram 2012), binamız ancak TBMM’den bir kanun ile Türk Ocaklarına iade edilebilir. O kanun da bugüne kadar çıkarılamadı, çıkarılmadı. Ocak çalışmaları için kira ile tutulmuş, sosyal etkinlikler için uygun olmayan apartman dairelerine sığınılmak mecburiyetinde kalındı.

Bu 1971-1980 arası Türk Ocaklarının sadece hukuki varlığını devam ettirdiği, nefes alıp verdiği bir dönem olmuştur. 1980 Genel Kurulunda, kan gölüne dönmüş Türkiye’nin içinden geçtiği şartlarda tefekkür hayatının iyice köreldiği tespitinden hareketle milliyetçi düşüncenin yeniden canlandırılması için fikri faaliyetlere ağırlık verilmesine karar verilmişti. Bu cümleden olmak üzere, öncelikle üniversite bulunan şehirlerde Türk Ocağı şubeleri açılacak ve Türk Yurdu dergisi bir fikir meşalesi olarak yeniden çıkarılacaktı. Ancak 12 Eylül 1980 askeri darbesi bu niyetin ertelenmesine sebep oldu; Türk Ocakları da faaliyeti durdurulan dernekler arasındaydı.

Türk Milliyetçileri üzerinde ikinci önemli darbe, bu 12 Eylül 1980 ihtilâlini yapan yönetimin talimatıyla açılan “MHP ve ülkücü kuruluşlar” davasıdır. Davanın iddianamesi, MHP ve ülkücü kuruluşları, “1912’de Türk Ocaklarının kuruluşuyla faaliyete geçen bir suç örgütü” olarak niteliyor, yani sadece 583 sanığı değil bir fikri ve onun tarihini mahkûm etmeye uğraşıyordu. Esasen savcı Nurettin Soyer iddianameyi Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden solcu arkadaşlarıyla hazırlamıştı. İddianamedeki ifadelerden, Orhan Hançerlioğlu’nun Materyalist Düşünce Sözlüğündeki kavramlardan yararlanıldığı anlaşılıyordu.

Türkiye’nin Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkan Türk Dünyası gerçeğine hazırlıksız yakalanmasının sebeplerini devletimizin milliyetçiliğe yaptığı işte bu iki (1944 ve 1980) fikri suçlamada aramak gerekir.

1990’lara gelinirken “Sovyetler Birliğinde kardeşlerimiz var” diyen Türk Milliyetçileri haklı çıkmıştı. Ama devlet onların sesini boğduğu için Türkiye bu gerçeğe hazırlıksız yakalanmıştı.

Türk Milliyetçiliği de soğuk savaşın bittiği, yeni dönemin başladığı gerçeğini kavramak için gerekli zihni etkinlikleri yapacak durumda değildi. Nasıl olsundu ki, milliyetçi düşünürlerin tutuklandığı, milliyetçi düşüncenin devlet kurumları tarafından “rejime düşman fikir, tehlikeli ideoloji, zararlı akım, aşırı cereyan” olarak nitelendiği dönemlerde, milliyetçi fikir hayatı adeta paralize edilmiş oluyordu.

Burada bir konuyu vurgulamak gerekiyor: Cumhuriyetin ilanından hemen önceki dönemde Çanakkale Savunmasında on binlerce yüksek tahsilli gencimiz şehit oldu. Sakarya Meydan Muharebesi de yedek subay harbi olarak bilinir. Bu insanlar vatana ve millete ilim ve irfanlarıyla hizmet etmek üzere yetiştirilmişlerdi, ama gerek oldu canlarını verdiler, şehit oldular. Yani yeni devletin kuruluşunu sağlamak için verilen kurbanlar arasında ilim ve irfan vardı; vatanın istiklâli için bu millet ilim ve irfanını şehit verdi. Cumhuriyeti bu tarafıyla da değerlendirdikleri için onun değerini herkesten daha iyi bilen Türk Milliyetçileri, 1944’ten sonra ve 1980’de devletin resmi ideolojisi tarafından zararlı ve tehlikeli olarak değerlendirildikleri halde, cumhuriyete ihtimam göstermişler, onu daima korumuş, kollamışlardır. Bugün de Türk Milliyetçilerinin aynı hassasiyet içinde olduğundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.

 

Üçüncü Dönem

19 Temmuz 1985 tarihinde Ankara’da sıkıyönetim kalkınca Türk Ocakları da Genel Kurulunu toplama imkânını bulmuş oldu. 1980’de verilmiş olan hamle kararının bütün gerekçeleri var olduğundan uygulamayı beş yıl gecikmeyle gerçekleştirmeye girişildi. Bu arada ülkücüler Mamak’tan birer ikişer salıveriliyordu. Milliyetçi aydınlar da, gençliğe yeni fikirler ve heyecanlar verememekten şikâyetçiydi. Çoğu genç olan akademik çevreden arkadaşlarla Ülkücü Kuruluşlar ve MHP davasının avukat bürosunda görev yapan diğer bazı arkadaşlar bir araya geldiler ve 190 askeri Tıbbiyelinin 1912’de yaptığı gibi büyüklerine müracaat ettiler[v]. Galip Erdem ağabey de Mamak zedelerden arta kalan zamanında her fırsatta Türk Ocağını harekete geçirme arzusundaki gençleri destekliyordu.

Bu genç arkadaşların gayretleri, semeresini verdi. 1986’da dönemin Başbakanı merhum Turgut Özal’ın da katıldığı görkemli bir toplantıyla yeni faaliyet dönemi başladı. Hemen üniversite bulunan şehirlerde şube açma arayışları başladı. 1986’da Ankara şubesini kurduk. 1987’de İstanbul, Bursa, İzmir, Adana, Samsun, Konya, Kayseri; K. Maraş, Trabzon, Amasya, Tokat’ta şubeler açıldı. 1990’a gelindiğinde şube sayısı 40’ı bulmuştu.

Genel Merkez ve Ankara şubesi Ankara’da Sakarya Cad. Nu 30’da Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliğinin binasında faaliyet gösteriyorduk. Gençlere yönelik faaliyetleri Ankara şubesinin yapması uygun görülmüştü. Önceleri Çarşamba günleri seminerler yapıyorduk ama yetmedi. Ülkücü camia adeta faaliyete susamıştı. Cumartesileri de konferanslar yapmaya başladık. Çarşamba seminerleri Ziraat Mühendisleri Birliğinde, Cumartesi konferansları Türk Kooperatifçilik Kurumunda yapılıyordu.

Yerimiz dardı ama gönlümüz genişti. Kısa zamanda yüzlerce gençle buluşuldu. Galip Erdem ağabey, “konuşma perhizi, yazma orucu” ifadesine rağmen, ısrarıma dayanamadı ve o meşhur tek cümlelik konferansını Mithatpaşa Caddesindeki Türk Kooperatifçilik Kurumu salonunda verdi: “Türk Milliyetçiliğinin birinci meselesi, Türk Milliyetçileridir” dedikten sonra “konferans bitmiştir” diyerek kürsüden indi. Bir müddet sonra Ankara şubesine Sümer Sokakta ayrı bir daire kiralandı.

1987’de İstanbul’da yeniden yayın hayatına başlayan, bir müddet sonra Ankara’ya nakledilen Türk Yurdu dergisi 29 senedir her ay muntazam çıkıyor. Dergiler mezarlığı olan milliyetçi düşünce hayatında bu işin hangi gayretlerle yapıldığını, milliyetçilerin çok kıt birkaç reklâm kaynağıyla, camianın dergilere abone olma alışkanlığına ve imkânına genellikle sahip olmadığı bir ortamda bu derginin nasıl çıktığını arkadaşlarımız lütfen tasavvur buyursunlar. Türk Yurdunun 1987’den sonraki sayılarına göz gezdirenler, Nuri Gürgür’ün ismini birkaç istisna dışında hemen her sayıda göreceklerdir.

1986-1994 arasında yapılan önemli faaliyetlerden aklımda kalanlar:

•      Ankara Şubesinin 1987 yılında 75. kuruluş yıldönümünde yaptığı Dış Türkler Sempozyumu, Resim Sergisi ve Altaylardan Tunaya Türk Dünyası Folklor Şöleni

•      Genel Merkez tarafından düzenlenen iki sürekli etkinlik: bir yıl “Milli Eğitim Sempozyumu”, bir yıl “Milliyetçilik ve Milliyetçilik Tarihi İlmi Kongresi”

•      1988-89 Afganistan Türklerine Yardım Kampanyası

•      TOEK kurulduktan sonra getirilen öğrenciler, Aylık yemekler,

•      TÜŞKUR 1990-91 akademik takvim yılında düzenlenen Türkçe Şiveler ve Rusça Kursu

•      1992 – 2009 yıllarında Türk Dünyasının çeşitli yörelerinde 14 defa Türk Dünyası Gençlik Günleri ve Kurultayı. Bu etkinliği halen merkezi Bakü’de olan “Dünya Türk Gençler Birliği” devam ettiriyor.

2012 yılında gerçekleştirilen 100. Kuruluş yıldönümü etkinlikleri de burada anılmaya değer güzelliklerdi. Bu cümleden olmak üzere PTT Genel Müdürlüğü, teklifimiz geri çevirmeyerek Türk Ocaklarının 100. Yılı Hatıra Pulu bastırdı. Türk Ocakları Genel Merkezinin 100. yıl münasebetiyle gerçekleştirildiği faaliyetlerden diğer bazıları aşağıdaki gibi özetlenebilir:

6 Mart 2012 “Türk Ocakları 100. Yıl Konseri” (Gazi Konser Salonu)

24 Mart 2012 “Ebediyete İntikal Eden Türk Ocaklıların Ruhuna İthafen Mevlid” (Hacı Bayram Camii)

25 Mart 2012 “100. Yıl Kabul Töreni” (Gazi Kültür Merkezi)

6 Nisan 2012 “Ermeni Meselesinin Dünü, Bugünü, Yarını” (Gazi Üniversitesi Mimar Kemaleddin Salonu )

12-13 Nisan 2012 “Dünden Bugüne Türk Milliyetçiliği ve Türk Ocakları” (ATO Meclis Salonu)

12-16 Nisan 2012 Fotoğraf Sergisi merhum Somuncuoğlu’nun “ Sibirya’dan Anadolu’ya Taştaki Türkler” (Metro Altı Sergisi)

8-16 Mayıs 2012 “ Türk Ocakları 100. Yıl Türkistan-Özbekistan Gezisi”

21–27 Mayıs 2012 Kenan Eroğlu’nun Türk Ocaklarının 100. Yılı Münasebetiyle Açtığı “Hamamönü Evleri” Konulu Ahşap Yakma Sergisi. (Altındağ Belediyesi Sanat Galerisi)

30 Mayıs–1 Haziran 2012 “2. Türk Dünyası Kadınlar Kurultayı” (Türkiye Barolar Birliği Konukevi)

3–4 Ekim 2012 “Türk Ocaklarının 100. Yılı Münasebetiyle Türk Dünyası Gününe İthafen Dilde Fikirde İşte Birlik Sempozyumu” (Milli Kütüphane Konferans Salonu)

15-17 Kasım 2012 “1. Uluslararası Türk Dünyası “Geleneksel” Müzik Günleri”

Genel Merkezin yaptığı bu faaliyetlere ilaveten hemen her şubemiz 100. Yılda hiç olmazsa 25 Mart civarında bir 100 yıl tebriklerini kabul töreni yaptı, yemekli toplantılar düzenledi. Bunlar arasında İstanbul şubemizin İstanbul ve Bakü’de gerçekleştirdiği “Bir Düşünce Hareketinin 100 Yılı: Türk Ocakları” başlıklı Bilgi Şöleni ve Yüzüncü Yıl Türk Müziği Şöleni, Eskişehir şubemizin yaptığı çeşitli etkinlikler öne çıkıyor. Çankırı, Denizli ve Isparta şubelerimiz üniversitelerle işbirliği yaparak Türk Ocaklarının ikinci yüzyılının istikametini belirleyecek tarzda Türk Dünyası Bilgi Şölenleri düzenledi.

Türk Ocaklarının faaliyetlerini genişletmek, özellikle de Türk dünyası ile ilişkileri geliştirmek amacıyla kurulması kararlaştırılan "Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı (TOEK)" 1988 yılında resmilik kazandı ama tam faal hale 1990 yılında geçti. Böylelikle Türk Dünyası ülkelerinden gelip ülkemize eğitim gören yüz kadar öğrenciye her öğretim yılında burs verildi. Bir süre sonra vakıf başkanlığına gelen rahmetli Nevzat Kösoğlu hazırladığı kitap projeleriyle Türk Kültürüne ciddi katkılar yaptı. Ayrıca her sene Kurban bayramında Türk Dünyasının en muhtaç durumdaki yörelerinde, yüzlerce kurban kesildi. Vakfın gerçekleştirdiği ene önemli atılım ise, ilk ve orta öğretim sınıfları bulunan “Türk Yurdu Okullarını” açmak oldu. 2011 yılında Türk Dünyasından gelen gençlere yönelik olarak başlatılan “Türk Dünyası Dersleri” halen vakıf bünyesinde devam etmektedir.

“Türk Ocağı Genel Merkezi, olağan kurultaylarında verilmek üzere, değişik alanlarda hizmeti görülen seçkin kişilere armağan verilmesi uygulamasını 1987 yılında başlattı. Bu armağanların bir özelliği de her birinin Türk Ocakları'nın ve Türk Milliyetçiliğinin ünlü kişilerinin adını taşımasıdır. 1992 ve 1994 yıllarında verilen "Hamdullah Suphi Tanrıöver- Türk Ocağı Kültür Armağanı", "Dr. Hasan Ferit Cansever- Türk Ocağı Sanat Armağanı", "Ziya Gökalp- Türk Ocağı İlim Teşvik Armağanı" ve "Prof. Dr. Osman Turan- Türk Ocağı Türklük Araştırmaları Armağanı"na, 1996'da "Nihal Atsız- Türk Ocağı Türk Dünyasına Hizmet Armağanı" da eklendi. 1992'den beri verilegelmekte olan "Türk Ocağı Şeref Armağanı"nın adı başına da, 1998'de "Galip Erdem"in adı eklendi.”[vi] Bunlara ilaveten 2009’da Ayvaz Gökdemir’in vefatından sonra “Ayvaz Gökdemir – Türk Ocakları Edebiyat Armağanı”, 2013’te Nevzat Kösoğlu’nun vefatından sonra da “Nevzat KÖSOĞLU – Türk Ocakları Türk Düşünce Hayatına Hizmet Armağanı” ihdas edildi.

Bunlar yanında Türk Ocakları Genel Merkezi bünyesinde faaliyet gösteren Hars Heyeti, Sanat ve Edebiyat Kurulu, Hanımlar Heyeti, Akademik Çalışma Grubu, Danışma Kurulu gibi kurullarda birçok güzide Türk Ocaklı hizmetlerini sürdürmekte, çok güzel faaliyetler yapmaktadır. Türk Ocakları Genel Merkezi Türk Müziği Topluluğu da 2009 yılından beri senede bir veya iki defa konserler vermektedir.

Türk Ocağı Tarihi Binasının Türk Ocaklarına iadesi ile ilgili çabalar bir yandan sürdürülürken, bir yandan Balgat’ta Türk Ocağına tahsis edilmiş olan bir arsada yine Türk Ocaklı hayırseverlerin katkılarıyla yaptırılan ve 20 Temmuz 1997’de açılışı yapılan Genel Merkez Binasında bütün bu faaliyetler icra edilmektedir.

 

Türk Ocaklarının Yeni Yüz Yılı Üzerine…

Faaliyetler gözden geçirildiğinde, Türk Dünyası’nın ağırlık kazandığı görülmektedir. Gerçekten de Türk Ocaklarının son zamanlarda ve önümüzdeki dönem başlıca meşgalesi, Türkiye’nin etnik fitne, Anayasa’dan Türklük kavramının çıkarılması, Yerel Yönetimler Yasası’nın tedrici bir şekilde üniter devlet yapısını değiştirecek ve bölgesel özerk yapılara kapı aralayacak yönde genişletilmesi gibi meseleleri arasında, Türk Dünyası olmalıdır. Böyle bir yaklaşım, PKK, HDP, KCK ve bunların arada topladığı Demokratik Toplum Kongresi gibi oluşumların kamuoyunda muhtemel yıkıcı etkilerine karşılık panzehir görevi görecektir.

Yüzüncü Yıl kutlamalarında 15–17 Kasım 2012 tarihlerinde Ankara Büyükşehir Belediyesiyle birlikte Ankara’da icra edilen, 18 Kasım 1012’de Eskişehir’deki konserle de taçlanan etkinlik, heyecan ve mesajlar bakımından 100. Yıl kutlama faaliyetlerinin zirvesi niteliğindeydi. 3-4 Ekimde yine Ankara’da Milli Kütüphane ile birlikte düzenlenen “Dilde, Fikirde, İşde Birlik” Bilgi Şöleninde özellikle Türk Dünyasından gençlerin konuşmasına ve 30 Mayıs - 1 Haziran 2012 tarihlerinde  “gerçekleştirilen “2. Türk Dünyası Kadınlar Kurultayı” esnasında ilk oturumda konuşan Türk yörelerinden gelen hanımlarımıza gösterilen ilgi Müzik Günlerindeki coşkuyla birlikte, Türk Ocaklarının yeni dönem meşgalesini işaret etmektedir: Biz Türk Dünyasının esas iş olarak algılamalıyız.

Türk Ocakları önümüzdeki dönem, Türk Dünyasında sesinin ulaştığı her yerde, Türk Dünyasının yakınlaşmasının önemini anlatmalı, bunun önündeki engelleri aşacak yolları bulmak için zihin yormalı, Türk Dünyasındaki gelişmeleri kamuoyuna anlatmalıdır; Türk Ocakları Türk Dünyası için kamuoyu oluşturan bir sivil toplum örgütü olmalıdır.

Bütün bunları söylerken Türkiye’nin meselelerine elbette bigâne kalmamalıyız. Ancak bunlar için harcayacağımız zaman ve emek, başlıca işimiz olarak benimseyeceğimiz Türk Dünyasına yönelik çalışmaları ihmal etmeye yol açmamalıdır.

Bugüne kadar Türk Ocaklarını başarıya götüren iki önemli faktör vardır. Bunlardan birincisi insan tipi, ikincisi yine birincisiyle bağlı olarak Türk Ocaklarının ilkeli duruşudur.

Türk Ocakları faaliyetlerini hangi Türk Ocaklılarla yürütecektir? Türk Ocaklı ailesini ve işini ihmal etmemeye çalışacak, ama eve gittiğinde çoğu zaman çocuklarını yatmış bulacaktır. Sabahleyin de yavrularını yarım saat ya görecek ya göremeyecektir. Öğlenleri bir saat iş arası boş vakti olsa işinden ocağa gidecek, yapacağını yapacak ve işine yetişecektir. Yani işini ve ailesini ihmal etmeyecek, ama üçüncü sıraya da Türk Ocaklarından başka bir şey koymayacaktır.

Geçmiş dönemlerde de engellemelerle karşılaştık, tezviratlara konu edildik. Ama taviz vermedik, çalışmalarımızı yavaşlatacak bir moral bozukluğuna izin vermedik.

Şimdi profesör olan Ayhan Öztürk Ankara şubemizin yönetim kurulunda muhasip üyeydi. Yirmi sene sonra 2007’de bir sohbetimizde “kira parası bulamazdık, telefon borcunu ödeyemezdik. Hocam ne yapacağız? Diye sorduğumda ben anlamam muhasip sen değil misin bulacaksın derdiniz. Sona çaresiz kalınca beni Nuri Gürgür ağabeye gönderirdiniz, eksiğimizi ondan alırdık” diye hafıza tazelemişti.

Türk Ocakları 1912’deki ilkeleri etrafındaki duruşunu korudu. Günübirlik siyasete bulaşmadı, herhangi bir siyasi partinin vesayeti altına girmedi. Ocaklılar arasından siyasetle iştigal edenler çıktı, ama hiç birisi Türk Ocağını kendi siyasi amacı için kullanmadı. Kullanmak isteyenlere de müsaade edilmedi. Bundan sonra da Türk Ocaklılar aynı anlayışla siyasetle elbette uğraşmalıdır.

Yani Türk Ocakları bugünlere kolay gelmedi, fedakârlıklarla geldi. Bu fedakârlıkları yapan arkadaşların hiçbirisi bir beklenti içinde değildi, halen de değiller. Allah’ın rızası ve Millet için yararlı olma heyecanı onlar için yeterli teşvik unsuruydu, gayret için başka bir sebebe ihtiyaçları yoktu.

Bundan sonra da Türk Ocakları, Aziz Türk Milleti için çalışan, çıkar için, yatırım için iş yapmayan, tabii olarak vazife bildiği için hizmet eden insanların gayretleriyle yükselecektir. Türk Ocakları günübirlik siyasetin bundan sonra da dışında durmalı, siyasi partilere mesafesi onların milliyetçiliğe mesafeleriyle mütenasip olmalıdır.

Yeni bir yüzyılda Türklüğün önündeki imkânları gören, gösteren, bu imkânları fırsata çevirip hayata geçiren, yirmi birinci yüzyılı Türk asrı yapacak olan gayretlere selam olsun. 



[ii] Sefercioğlu, a.g.e.

[iii] Şüyûn: Olaylar, işler.

[iv] Bayram C., 2012, “Ocak tarihinde karanlık Bir Dönem”, Türk Yurdu Dergisi, Mart 2012, cilt 101, sayı 295

[v] Bu arkadaşlardan (gençler ve müracaat ettikleri büyükler) hatırlayabildiğim bazıları: Orhan Düzgüneş (r.a.), Nuri Gürgür, Alâaddin Korkmaz, Sadık Tokuçoğlu (r.a.), Ender Gökdemir, Behçet Kemal Gürsoy, Mehmet Şahingöz, Ruhi Özbilgiç

[vi] Sefercioğlu, a.g.e.

Site içi arama

Site düzenlemesi Crystal Studio