1-        GİRİŞ: USUL ESASTAN ÖNEMLİDİR

 

Türkiye Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip Erdoğan, Mecliste kabul edilen Anayasa Değişiklik Teklifini yeniden görüşülmek üzere TBMM’ye göndermez de onaylarsa Kanun Resmî Gazetede yayınlanacak ve Anayasa değişikliği için muhtemelen Nisan ayında halkoylaması yapılacak.

Türkiye’de şimdiye kadar altı defa halkoylaması yapıldı. İlk Anayasa referandumu 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 9 Temmuz 1961’de yapıldı ve oyların %62’si ile kabul edildi. İkinci oylama 12 Eylül 1980 darbesinden sonra 7 Kasım 1982’de yapıldı ve oyların %91’den çok oyla kabul edildi. Bu iki Anayasa değişikliği de sıkıyönetim varlığında yapılmış, dolayısıyla seçmenlerin hür iradesinin sandığa yansıdığı yönünde kuşkular olmuştur. 1982 Anayasasında evet oylarının 1961’dekine nazaran çokluğu, halkın tepkisini gösterir. Çünkü 1961 Anayasası kuvvetler ayrılığı prensibini öyle yorumlamıştı ki, yargının yürütmeyi çalışmaz duruma getiren bir güce sahip olmasını sağlamıştı.


Sonra 6 Eylül 1987’de üçüncü halk oylaması yapıldı. 1982 Anayasanın siyasi yasakları düzenleyen geçici 4. Maddesinin kaldırılması için yapılan bu referandumda oyların %50’den biraz fazlasıyla yasaklar kalktı.

25 Eylül 1988’de yapılan dördüncühalkoylamasında, Anayasanın 127. Maddesinde yerel seçimlerin bir yıl erkene alınmasına ilişkin değişiklik oyların %65’i ile reddedildi.

21 Ekim 2007’de cumhurbaşkanının seçimini düzenleyen Anayasanın 102. Maddesinde cumhurbaşkanının halk tarafından ve bir kişinin en fazla 5’er yıllık iki dönem seçilmesini öngören değişikliğini de içeren değişiklikler halk oyuna sunuldu. Bu beşinci halkoylamasında da oyların %69’u değişikliklere evet dedi.

Nihayet son referandum 12 Eylül 2010’da yapıldı. Bu altıncı referandumda da yüksek yargı organlarında düzenlemelerle, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı verilmesiyle ve 12 Eylül darbecilerin yargılanmasıyla ilgili değişiklikler oyların %57’si ile kabul edildi.

Şimdi yapılacak olan halkoylamasında da neye oy vereceğimizi iyi bilmek durumundayız. Onun için bu çalışmayı yaptım. Benim için faydalı olduğunu düşündüğüm bu çalışmadan oyunu takım tutar gibi, şahsa endeksli vermeyip de gerçekten bilerek, bilinçli şekilde verecek olan insanlar için de faydalı olacağına inandığım için burada paylaşmaya karar verdim.

Mecelle’ye göre usul esastan önemlidir. Bunu yazan Ahmet Cevdet Paşa, her şartta olmasa bile çoğu durumda haklıdır. Bu halkoylamasında da usul çok önemlidir. Onun için oyumuzun ne olması gerektiğini tartışmadan önce, usulle ilgili bazı hususlara açıklık getirmeliyiz:

-       Bu halk oylamasından çıkacak sonuç Türkiye için hayati önemdedir. Buna rağmen, oylarına göre insanları tasnif etmemeliyiz. Benim vereceğim oy, çoğunluğun verdiği oy olmazsa inanırım ki Türkiye çok zarar görecektir. Ama bu benim düşüncemdir. Karşı oyu verecek arkadaşlarımın da benimki kadar önemli gerekçeleri vardır. “Hayır” vereceksem, evet verecek olanları hain olarak görmem. “Evet” vereceksem de hayır verecek olanlara aynı şekilde saygımı muhafaza ederim.

-       Gerginlikten medet umarak siyaset yapanları etkisiz hale getirmek de böylece mümkün olacaktır.

-       İnsan her şeyden daha önemlidir. Benim verdiğim oyu vermeyecek bir arkadaşımla, sırf bu yüzden aram açılmamalıdır. Anayasa değişikliği halkoylamasından istemediğim sonuç çıkarsa, sineye çekerim, düzelmesi için uğraşırım. Ama kırılan bir kalbin vebalini taşıyamam. Söz konusu insan ise gerisi teferruattır. Çünkü vatanı vatan yapan da insandır.

-       Bu halk oylaması mademki çok önemlidir. O halde oyumuzu belirlerken, bir spor kulübünün taraftarı yaklaşımıyla değil, gelen değişiklikleri enine boyuna inceleyerek oyumuzu vermeliyiz. Ben de demokrasiden yana vereceğim oyun evet mi hayır mı olduğunu bu çalışmamla belirledim.

-       Usulle ilgili son ve çok önemli bir husus, memleket için bu kadar önemli bir halk oylamasının hür tartışma ortamında yapılmasıdır. 2007 ve 2010 referandumlarından öncekiler hep sıkıyönetim şartlarında yapıldı, hür tartışma ortamının olmadığı eleştirisi hala yapılıyor. Şimdi de OHAL var. Ben OHAL şatlarında hür tartışma ortamının oluşacağını düşünüyorum, daha doğrusu oluşmasını temenni ediyorum. Adam sadece oyunun ne olacağın söyledi, diğer seçmenlere de bunu telkin etti diye OHAL bahanesiyle suçlu sayılmamalıdır. Hele bir de “evet” oyunu vereceğim diyenler bunu rahatça korkusuzca söylerken “hayır” diyecekler fikrini söyleyemezse bu da hür iradenin vesayet altında olması demektir ki halkoylamasını 1961 ve 1982 gibi şaibeli hale getirecektir.

Anayasa değişiklik teklifinin devlet yapısında ve yönetiminde ne gibi değişiklikler yaptığını incelerken Yasama, Yürütme ve Yargı yetkilerini elinde bulunduran kurumlardaki düzenlemelere baktım. Zira bir devletin üç erki yasama, yürütme ve yargıdır. Demokratik bir anayasa bu üç güç arasında bir denge oluşturur; aralarında olması gereken tabii etkileşimin ve ilişkinin ötesinde birinin diğerleri üzerinde vesayet oluşturmasına geçit vermez. Nitekim Anayasamızın başlangıcında bu ilke,“Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;… TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur” şeklinde ifade edilmiştir.

 

2-        YASAMA İLE İLGİLİ DEĞİŞİKLİKLER

Anayasamız, Yasama, Yürütme ve Yargı yetkilerinin ve görevlerinin kimlere ait olduğunu, hangi usul ve esaslara göre yerine getirileceğini ayrıntılı bir şekilde ifade etmektedir. Bu yetkiler anayasanın 7, 8 ve 9. Maddelerinde sırasıyla Yasama, Yürütme ve Yargı şeklinde sıralanmıştır.

7. Madde “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” şeklindedir. Bu maddede bir değişiklik yapılmamıştır. Diğer maddelerdeki değişiklik teklifiyle, Cumhurbaşkanının Kanun hükmünde kararname çıkararak devletin işleyişi ile ilgili düzenlemeler yapması ve bunun için TBBM’den yetki almaması bu maddeyle çelişmektedir. Sahi devletin bütün kurumlarının yapı ve yönetimiyle ilgili kararname yapmak bir Yasama işi değil midir?

Yasama organı, yani kanunları yapan organ bizim anayasamızda TBMM olarak tanımlanmıştır. O halde teklifin TBMM’nin yapısı ve işleyişinde hangi değişiklikleri öngördüğüne bakmamız gerekiyor:

-        2709 sayılı Kanunun TBMM’nin Kuruluşu ile ilgili 75. Maddesinde 550 olan milletvekili sayısı 600 olarak değişmiştir. Milletvekili seçilme yeterliliği ile ilgili 76. Maddesindeki milletvekili seçilmek için yirmibeş yaşını doldurmuş olma şartı onsekiz yaşını doldurmuş olma şeklinde değiştirilmiştir.

-       TBMM seçim dönemini belirleyen 77. Madde “TBMM ve Cumhurbaşkanının seçim dönemi” başlığıyla iki seçimi birleştirmiştir. Dört yılda bir yapılan TBMM seçimleri yerine, değişiklik teklifi TBMM seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçiminin beş yılda bir ve aynı günde yapılması hükmünü getirmektedir.

-       Anayasanın 87. Maddesinde TBMM görev ve yetkileri genel olarak tanımlanmaktadır. Bu maddeden “Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek” ifadesi çıkarılmaktadır. Çünkü Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerini düzenleyen 104. Maddede yapılan değişikliklerle kararname çıkarma yetkisi, bütün üst düzey kamu görevlilerini atama yetkisi ve bunların çalışma usul ve esasları ile ilgili kararname çıkarma yetkisi,  Anayasa ile Cumhurbaşkanına verilmiş olmaktadır.

-       TBMM’nin Bakanları Kuruluna Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi vermesi ile ilgili düzenlemeleri yapan 91. Madde kanundan çıkarılmıştır. 

-       TBMM’nin bilgi edinme ve denetim yollarını düzenleyen dördüncü bölümün başlığı çıkarılmıştır. Böylece bilgi edinme ve denetim yolları TBMM’nin faaliyetleri ile ilgili üçüncü bölüm hükümleri arasına alınmış olmaktadır. 98. Maddede yapılan değişiklikle TBMM’nin yürütmeyi gensoru ile denetimi kaldırılmıştır. Meclis soruşturması da değiştirilen 106. Maddenin 5,6 ve 7. Fıkraları uyarınca, cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında yapılan soruşturmadan ibaret hale indirgenmiştir. Bununla birlikte 105. Maddede cumhurbaşkanı için de soruşturma açılması değişikliği vardır.

105 ve 106. Maddeler yürütme ile ilgilidir. Değişiklik yapılan 105 ve 106. Maddelerle cumhurbaşkanı, yardımcıları ve bakanlar hakkında meclis soruşturması açılabilecektir. Halen yürürlükte olan Anayasada “cumhurbaşkanının sorumluluk ve sorumsuzluk hali” kenar başlığı ile düzenlenen 105. Maddede cumhurbaşkanı hakkında anayasa mahkemesi de dâhil hiçbir yargı merciine başvurulamayacağına, ancak vatana ihanetten dolayı üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine dörtte üçünün vereceği kararla suçlanabileceğine hükmedilmiştir. Yapılan değişiklik teklifiyle maddenin kenar başlığı “cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu” olmuş, cumhurbaşkanı hakkında meclis üye tamsayısının salt çoğunluğunun isteğiyle, üye tamsayısının beşte üçünün gizli oyuyla soruşturma açılabileceği hükme bağlanmıştır. Soruşturma sonunda üye tamsayısının üçte ikisinin gizli oyuyla cumhurbaşkanı yüce divana sevk edilebilecektir.

Bu değişikliklerle cumhurbaşkanı nazari olarak yüce divana gidebilecektir. Ancak yürütme ili ilgili değişiklik önerilerini ele alırken göreceğimiz gibi, partili bir Cumhurbaşkanı (ki partisinin genel başkanı demektir) aleyhine, TBMM üyelerinin üçte iki çoğunluğu oy verebilir mi?

 

 

3-        YÜRÜTME İLE İLGİLİ DEĞİŞİKLİKLER

Anayasa Değişikliği Teklifiyle 2709 sayılı kanunun, yani Anayasanın Yürütme yetki ve görevleriyle ilgili maddelerinde öngörülen değişiklikler, inceleyebildiğim kadarıyla ve özet olarak, şu şekildedir:

-       Mevcut Anayasada Yürütme Organı olarak Bakanlar Kurulu ifadesi var. 2709 sayılı kanunun “Yürütme Yetkisi ve Görevi” tanımlanan 8. Maddesinde Bakanlar Kurulu ifadesi çıkarılıyor. Böylece madde “Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” şekline dönüşüyor. Buna uygun olarak da 2709 sayılı kanun metnindeki, yani Anayasadaki bütün “Bakanlar Kurulu” ve “Başbakan” ifadeleri çıkarılıyor veya yerine “Cumhurbaşkanı” ifadesi ikame ediliyor.

-       Cumhurbaşkanının nitelikleri ve tarafsızlığı ile ilgili 101. Madde, seçilmesi ile ilgili 102. Maddeyle birleştiriliyor. Buna göre teklifte “Adaylık ve Seçimi” başlıklı 101. Maddede yer alan “Cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir ve TBMM üyeliği sona erer” ifadesinde “varsa partisi ile ilişiği kesilir” ifadesi çıkarılıyor. Yani, teklife göre, Cumhurbaşkanı seçilen kişinin, varsa partisi ile ilişiği devam ediyor.

-       Küçük partilerin cumhurbaşkanlığına aday gösterebilmeleri için, geçerli oyların en az birlikte veya tek tek %10’unu almış olmaları yerine %5’ini almış olmaları yeterli görülüyor. Bir de yüzbin seçmenin imzasıyla aday gösterilme imkânı ekleniyor.  

-       TBMM tarafından Bakanlar Kurulu göreve başladığı zaman güven oylaması yapılması, görev sırasında güven oylaması yapılması, Mecliste Bakanlarla ilgili gensoru verilmesi gibi maddeler ilga ediliyor, yani yürürlükten kaldırılıyor.Meclis Soruşturması yapılmaya devam ediyor. Ancak Meclis Soruşturması ile ilgili düzenlemeyi yapan 100. Madde de ilga ediliyor. Yani TBMM’nin Bakanlar Kurulu üzerindeki denetleme yetkileri yürütmenin tek başına sorumlusu olan cumhurbaşkanına yöneltilmiyor.

-       Cumhurbaşkanı, 2709 sayılı Anayasanın 104. Maddesinde öngörülen değişiklikle ikili, üçlü, dörtlü kararnamelerle yapılacak bütün atamaları tek imzayla yapabiliyor ve devletin kurumlarını tek başına yeni baştan düzenleyebiliyor.

-       Anayasanın 118. Maddesinde de uygun değişiklikler yapılıyor. Değişiklik teklifinin 16/b fıkrasında 118. Madde değiştiriliyor ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevleri kanunla değil Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir hale getiriliyor.

Özet olarak söylemek gerekirse, bütün yürütme yetki ve görevleri cumhurbaşkanına veriliyor.

4-        YARGI İLE İLGİLİ DEĞİŞİKLİKLER

Yargı Yetkisi de 9. Maddede “Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” şeklinde belirtilmiştir. Değişiklik teklifiyle 9. Madde “Yargı Yetkisi Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” şeklinde değiştirilmektedir.

Yargı organlarının teşkili ve görevleri ile ilgili maddelerde öngörülen değişiklikleri aşağıdaki gibi irdeleyebiliriz:

-       Yargı yetkisinin kim tarafından kullanılacağına ilişkin 9. maddeye tarafsız ifadesinin eklenmesine niçin ihtiyaç duyulduğunu kanunun gerekçeleriyle yayınlanmasından sonra öğrenilebileceğiz. Bununla birlikte Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) bir gereği olarak Anayasamızda tarafsızlık ilkesinin yer alması gereğinden hareket edildiği söylenebilir. AİHS madde 6 mahkemelerin bağımsızlığı yanında tarafsızlığı ilkesini de adli yargılanma hakkı içinde mütalaa etmektedir. (Mızrak, 2006, http://www.ihmpolitics.org/files/metinler/dilan.pdf).

-       142. Maddeye eklenen bir fıkra ile, disiplin mahkemeleri dışında askeri mahkeme kurulamayacağı, savaş durumunda askerlerle ilgili suçlara bakmakla yükümlü askeri mahkemeler kurulabileceği hükmü getirilmiştir. Buna muvazi olarak da askeri yargı ile ilgili hükümleri ihtiva eden 145, 156 ve 157. Maddeler ilga edilmiştir.

-       Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ile ilgili 146. Maddede, askeri üyeler artık olmayacağı için üye sayısı 17’den 15’e düşürülmüştür. Eskiden olduğu gibi bunlardan üçünü TBMM, geri kalan 12’sini Cumhurbaşkanı seçecektir. Anayasa Mahkemesi yine Yüce Divan görevini yerine getirecektir. Değişikliğin kabulü halinde Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu en az on iki üye yerine artık on üye ile toplanabilecektir.

-       159. Maddede öngörülen değişiklikle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun adı Hâkimler ve Savcılar Kurulu olarak değişmekte, üye sayısı 22’den 13’e inmekte, yedek üyelikler kaldırılmakta ve daire sayısı üçten ikiye düşmektedir. Bu onüç üyeden Bakan ve Müsteşar tabii üye olup, kalan onbir üyenin dördü cumhurbaşkanı tarafından, kalan yedisi de TBMM tarafından seçilmektedir. Yargıtay, Danıştay ve diğer yargı kurumları tarafından seçilecek üyelikler de sayıca azaltılmış ve bu kurumların gösterecekleri adaylar arasından TBMM tarafından seçilmiş olacaktır.

Temel değişiklikleri sıraladığımız yargı ile ilgili düzenleme özet olarak, 1961 ve 1982 Anayasalarında Millete dayatılmış olan asker güdümlü yargı vesayetini ortadan kaldırmakta ve fakat yargıyı Cumhurbaşkanının vesayetine terk etmektedir. Çünkü TBMM’nin seçtiği üyeler de, partili Cumhurbaşkanının partisinden olan milletvekillerinin çoğunlukta olduğu TBMM’nin seçtiği üyeler olacaktır. Eskiden vesayet altına alan, alınan olmakta, yani değişiklikle öngörülen durum da demokrasinin kuvvetler ayrılığı ilkesiyle çelişmektedir.

Bugüne kadar, AİHM’de Türkiye aleyhine açılmış davaların bazıları mahkemelerimizin tarafsızlık ilkesine uygun olmadığı gerekçesiyle aleyhimize sonuçlanmıştı (Mızrak 2006). Bu değişiklik teklifi halkoylamasından geçerse, korkumuz odur ki, AİHM artık bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesinin her ikisi bakımından da aleyhimize karar verecektir. Denilebilir ki, Türkiye bunu göze alır, hatta AİH sözleşmesinden imzasını da çekebilir. Peki Milletin iradesi?

Demokrasi Millet iradesinin idarede tecelli edebileceği en uygun rejimdir. Onun için Türk Milliyetçileri, Türk Milletinin iradesi idarede tecelli edecek diye hep demokrasiden yana oldular. Bu yüzden de asker güdümlü yargının yürütme üzerindeki vesayetini sağlayan mevcut Anayasayı eleştirdiler; bu vesayetin kırılması için uğraştılar. Şimdi yargının vesayet altına alındığı bir sistem de tatminkâr olmayacak, bu da hep eleştirilecektir. Türkiye’nin eleştirilerin asgariye indiği, çoğunluğun içine sindirdiği bir anayasaya sahip olması için yine bir 30-40 yıl geçmesi mi gerekecektir?

 

5-        SONUÇ

Anayasa değişikliği teklifi devletin idaresinde, yasama, yürütüme ve yargı organlarında çok önemli değişiklikler öngörmektedir. Teklif bu haliyle cumhurbaşkanının onayından geçerek resmi gazetede yayınlanır ve halk oylamasında da kabul edilirse devletin idari yapısında bir rejim değişikliği sayılacak derecede ciddi değişim olacaktır.

Anayasada bir değişikliğe ihtiyaç olduğu açıktır. Bu değişiklik, kuvvetler ayrılığı ilkesini daha uygulanır hale getirecek yönde demokratik bir değişim olmalıdır. Bugün teklif edilen değişiklik ise, kuvvetler ayrılığı ilkesini tamamen ortadan kaldırır niteliktedir. Bütün devlet kurumları, yasama organı, yargı kurumları bir tek kişinin, cumhurbaşkanının iradesine terk edilmektedir.

Halkın çoğunluğu, asker güdümlü yargı vesayeti kalksın istiyor ve bunun için 2010 halkoylamasında evet oyu verdi. Şimdi teklif edilen değişiklikler için de kimi arkadaşlarım “iyi ya işte, asker güdümlü yargı vesayetini iyice kaldırdığına göre niye eleştiriyorsun?” diye soruyorlar. Evet, yargı vesayet eden olmaktan çıkıyor ama bir kişinin vesayeti altına giriyor. Bu kişinin kim olduğuna göre “evet” veya “hayır” oyu vermek makul değildir. Bugün sevdiğimiz, bu kadar gücü adaletle kullanacağına güvendiğimiz birisi cumhurbaşkanı olacak diye bakmamalıyız. Yarın kimin eline bu gücün geçeceğini bilemeyiz. Yani mesele Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın bu kadar güçlü hale gelmesi gelmemesi meselesi değildir. Onun için gücü, daha doğrusu yasama, yargı ve yürütme güçlerini karşılıklı denetim altında tutacak dengeli bir değişikliğe ihtiyaç vardır.

Bu kadar gücü bir kişiye vermekle o kişiye de zulüm edilmiş olmaktadır. Zira bu kadar güçle nefsine yenilmeyecek babayiğit yeryüzüne herhalde fazla gelmemiştir.

Bu değişiklik teklifi kamuoyuna sunulurken, mealen “bize özgü, başka ülkeleri model almadan Türk Usulü bir Yönetim öngördük” denildi. Öngörülen sistemin başka ülkelerde emsali olmadığı doğrudur. Ancak bu getirilmek istenen kesinlikle “Türk Usulü” değildir.

Türk İdare tarihini biraz inceleyenler görür ki, çok eski zamanlardan, demeli, belki Hunlardan beri, (ama emin olarak söylenirse Orhun kitabelerini yazan Bilge Tonyukuk, Bilge Kağan’ın Başbakanıdır) Türk devletinin başı, yürütmeyi doğrudan idare etmemiş, daima bir başbakan atamıştır.

Sistem o kadar da önemli değildir, Türk tabiriyle “atla deve değildir”. Bu Türk sistemi de değişebilir, devletin başı doğrudan yürütmenin başı da olabilir. Ama o zaman Meclisi ve yargıyı tamamen bağımsız bırakmak durumundadır. Hem yürütmenin başı olacak hem de yargıyı ve yasmayı tekelinde tutacak bir devlet başkanı demokratik bir yapıda olmaz, totaliter rejimlerde olur. Türkiye’yi geriye götürmeye hakkımız yoktur.

Tam da bu noktada bazı arkadaşlarım “demokrasiden yanayım” ifademe karşı “demokrasi mi? Milli irade mi?” diye soruyorlar. Aslında onların sorusu Türkiye’de yeni değildir; “Demokrasi mi, milli beka mı?” şeklinde öteden beri sorulmuştur. O sorunun cevabı da tarihin sayfalarında vardır:

Yunanistan’da askeri cunta yönetimini (1967–1974) NATO ve ABDeleştirilmiyor, bir anlamda meşru sayıyor diye Yunanistan demokratları arasında NATO ve ABD karşıtlığı artıyordu. 1974’te Kıbrıs’ta Türk Barış Harekâtından hemen sonra, Karamanlis cunta rejimini değiştirip sivil bir yönetim olarak iktidara gelince, Yunanistan kamuoyunun temayüllerini dikkate alarak NATO’nun askeri kanadından çekildi, ama 1977’den itibaren de geri dönme teşebbüslerinde bulundu. Türkiye’nin milli menfaatleri, şu günlerde daha açık olarak görüldüğü gibi, Yunanistan’ın geri dönmesini veto etmeyi gerektiriyordu. 12 Eylül 1980 askeri yönetimine kadar bütün sivil yönetimler bunu yaptılar. 1980 yılında askeri yönetim vetoyu kaldırdı ve Yunanistan NATO askeri kanadına girdi. Görülüyor ki, totaliter yönetim taviz vermiş ama demokratik sivil yönetim milli bekadan yana olmuş, bütün dayatmalara diretip taviz vermemiştir.

Bir de terör ile mücadelede istikrarın önemine vurgu yapılıyor. Doğrudur “temsilde adalet, yönetimde istikrar” aranan sistemin temel hedefidir. Ama tek başına istikrar terörü engellemeye yetseydi, bugün terörün kökü kurumuş olmalıydı. Çünkü 2002’den beri Türkiye’de istikrarlı bir tek parti yönetimi vardır. Bu dönemde PKK ile verdiğimiz mücadelede şahit sayısı önceki koalisyon dönemlerine nazaran artmış, askeriye ve emniyet içinde FETÖ yapılanması, asker güdümlü yargı vesayeti olan dönemlerdekinden çok daha fazla ivme kazanmıştır. Demek ki, tek başına istikrar yetmiyor. Yöneticilerin doğruları görmesi ve bunlara göre politikalar ve uygulamalar geliştirebilmesi gerekiyor. Öngörülen ve “tek adam sistemi” denilebilecek değişiklikle istikrar artar ama inisiyatifi verdiğiniz bu tek adamın, sizin güvendiğiniz adam olmaması her zaman mümkündür. Onun için kişilere özel idare hukuku düzenlemek yerine doğruların kolayca aranıp bulunabileceği, çünkü fikirlerin özgürce söylenip tartışılabildiği katılımcı demokrasiye doğru bir değişiklik gerekmektedir.  

Türk Milliyetçileri, bu gibi müşahedelerden önce de demokrasiden yana bir kanaat sahibi olagelmiş, Millet iradesinin demokrasilerde daha iyi tecelli edeceğini düşünmüşlerdir; terör, FETÖ ve Yunanistan benzeri tecrübeler de bu kanaati beslemiştir.

Demokrasimiz bugünkü haliyle mütekâmil bir demokrasi değildir; TBMM’de milletin iradesiyle seçilmiş 550 milletvekilinin iradesi değil, birkaç Genel Başkan’ın iradesi hâkimdir. Dolayısıyla aslında milli iradeyi tam yansıtacak değişikliklere ihtiyaç vardır. Bugünkü değişiklik teklifi demokrasimiz bu yönde iyileştirmek yerine o Genel Başkanlar iradesini tek adam iradesine dönüştürüyor. 

Sonuç olarak bu Anayasa değişiklik teklifi bu haliyle halkoylamasına sunulacak olursa “hayır” denilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kararın Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın şahsıyla veya her hangi bir şahısla ilgili olmadığını bilhassa vurgulamak gerekiyor. Daha iyi anlatabilmek için başka sevdiğim şahsiyetlerden örnek verebilirim: Değişiklikle verilen yetkiler, Nuri Gürgür’e, merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na veya merhum Alparslan Türkeş’e verilecek olsa yine karşı çıkar, değişiklik teklifine “hayır” derdim.

Bununla birlikte “evet” oyu verecek arkadaşlarıma da, sandıktan çıkacak muhtemel her sonuca da saygımı muhafaza edeceğim; esasen herkes “çıkacak sonucu hazmedemiyorum” demeden sonuca razı olmak durumundadır.  Çünkü temsili demokrasi bu temel prensip üzerine kurulmuştur. “Referandum” bunun için yapılır.

Arzu edilen, elbette ki, kabul edilen sonucun büyük farkla kabul edilmesidir. Burada bu farkın sınırını belirleyen, başka bir ifadeyle kaliteli çoğunluk belirleyen bir mevzuat olmadığı için ne kadar çok oy olursa o kadar iyi olur demek durumundayız.

Tabii halkoylamalarında kaliteli çoğunluğun kullanılan oyların salt çoğunluğu olması da bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü o çoğunluğu sağlamak için seçim tekrarları da netice vermeyebilir. Nitekim Cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçildiği eski durumda da kaliteli çoğunluk sağlanamazsa dördüncü turda salt çoğunluk yeterli oluyordu. Ülke genelinde yapılan bir seçimin tekrarı çok maliyetli olacağından halkoylamalarında tek turda salt çoğunluğu bulmak yeterli sayılmaktadır. Onun için başka ülkelerde de tersine bir emsal yoktur. “Hayır” oyları %50,1 gibi bir çoğunlukta olursa “evet” diyenler mer’i (halen yürürlükte olan) anayasayı nasıl kabul etmek durumundaysa, “evet” oylarının çokluğu halinde de “hayır” diyenler değişikliği kabul etmek zorundadır.

Site içi arama

Site düzenlemesi Crystal Studio