3.2- DOĞU TÜRKİSTAN’IN ÇİN HÂKİMİYETİNE GİRMESİ
Doğu Türkistan, Batı Türkistan’ın Rusya’nın hâkimiyetine düşmesine paralel bir şekilde Çin nüfuzu altına girdi.
Çağatay Hanlarının bir kolu daha 15. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Turfan merkezli bir teşkilâtlanmaya gitmişler ve Issık-Göl’den başlayarak Aksu ve Yarkent’i (Şekil: 3.1) kontrolleri altına almışlardı ve buralara “Moğolistan” diyorlardı. Ne var ki çok kısa sürede bunların hükmettiği topluluklar arasında çoğunluk ve insiyatif daha sonraları Kazakların Büyük Cüzü içinde bir uruğ olarak anılan Duğlat boyuna geçti (Hayit, 2004, sf.14).
Taşkent’i alarak başkenti Turfan’dan buraya nakleden Yunus Han’dan sonra oğlu Ahmet Han, Kâşgar ve havalisini aldı. Şeybani hükümdarı Muhammed Taşkent’i alıp, Ahmet Han 1508’de Hocent’te idam edilince, Doğu Türkistan’da Çağatay hanedanı dönemi sona ermiş oldu. Hâkimiyeti bir şehir veya bölgede ele geçiren, orada hanedanın bir mensubunun Han ilan ediyordu. Özet olarak, 16.asır ortalarından itibaren Turfan merkezli bir Hanlık ile yine aynı hanedandan birisinin Han olduğu Kâşgar’dan ibaret bir şehir devletçiği ortaya çıktı ve kısa süre sonra Aksu, Kâşgar, Yarkent ve Kokand bölgesinde gerçek hâkimiyet “Hocaların” eline geçti (İnalcık, 2001, sf. 609).
Şekil: 3.1- Doğu Türkistan Haritası
Hocalar arasındaki çekişmeler bir süre sonra Ak Tağlık (Ak Dağlılar) – Kara Tağlık (Kara Dağlılar) hocalar şeklinde iki büyük hizbin ortaya çıkmasına yol açtı. Ak Tağlıkların merkezi Kâşgar, Kara Tağlıkların ki Yarkent oldu ve bu iki grup arasındaki çekişmeler, başta Turfan Hanlığının, sonraları Moğol Cungarların müdahaleleriyle, 17. asır sonlarına kadar devam etti. Bu müdahaleler, genellikle, çekişen tarafların yardım talebi üzerine oluyordu. (Hayit, 2004, sf.19)
18. asır ortalarına kadar Cungar hâkimiyeti altında kalan Doğu Türkistan’da Çin ile Cungarlar arasındaki çekişmelerin oluyordu. Yaklaşık yüz yıl kadar devam ede gelen bu çekişmeler sonunda, Cungar tahtı için mücadele eden Amursan, Çinlilerden yardım alarak rakibi Debatsi’yi Mayıs 1755’te Tekes ırmağı kenarındaki savaşta yendi ve Debatsi Doğu Türkistan’daki Üç Turfan’a kaçtı. Fakat üç Turfan valisi Debatsi’yi Amursan komutasındaki Çin ordusuna teslim etti. Çinliler Amursan’ı İli[1] bölgesi hükümdarı ilân etti. (Hayit, 2004, sf.19)
Amursan, önceki Cungar yönetimlerinin aksine, Doğu Türkistan’daki şehir devletlerinin bağımsızlığına son vermek istiyordu. Ak Tağlık – Kara Tağlık çekişmesi burada da etkisini gösterdi ve Amursan’ın tavsiye üzerine Kâşgar Han’ı ilân ettiği Burhanüddin, 1756’da Aksu ve Kâşgar’ı, 1757’de de Yarkent’i aldı. Böylece Çin, dolaylı yollardan müdahale ettiği Doğu Türkistan’ı kolayca nüfuzu altına almış oldu. Bununla birlikte Burhanüddin, Çinlilerle birlikte hareket etmenin cezasını çekti. 1758’de onun hanlığını tanımayan Çinliler Kâşgar’ı işgal ettiler ve Çinlilere karşı mücadele eden kardeşi Han Hoca’nın yanında yer alan Burhanüddin, Badahşan’a kaçtıysa da, Çinlilerle çatışmayı göze alamayan Badahşan hükümdarı Sultan Şah tarafından Çinlilere teslim edildi ve 1760’ta Pekin’de idam edildi (Hayit, 2004, sf.20).
Doğu Türkistan halkının Çin istilâsına karşı direnişi, 1765’e kadar sürdü. En son Üç Turfan’ın ve Urumçi’nin de düşmesiyle direniş kırıldı. Çinliler bu 1755 – 1765 arasındaki 10 yıllık istilâ döneminde çok büyük katliam yaptı (Hayit, 2004, sf.136 – 137).
Doğu Türkistan’da Çinliler, 1815 yılına kadar şehir devlet idareleri yerine kendi idari yapılarını yerleştirmek böylece yerli begleri kontrol altına almak suretiyle egemenliklerini pekiştirdiler. Ancak 1816 yılından itibaren tekrar başlayan bağımsızlık teşebbüsleri 19. asır boyunca devam etti. Kâşgar’daki hocalar bu ayaklanmalarında, Kokand hanlığından destek alıyordu. Ancak aralarındaki iktidar mücadelesi yüzünden kuvvetlerini birleştiremiyor, güçlü düşman karşısında hep zayıf kalıyorlardı. Elde edilen bağımsızlıklar bu yüzden kısa süreli oluyor ve hemen daima iç kavgalar bağımsızlığı sona erdiriyordu.
Kokand Hanlığının Ruslarla kıyasıya mücadele ettiği 1850 – 60 arası dönemde Kokand ordusunun temayüz etmiş komutanlarından Muhammed Yakup bey, kayın biraderi Buzuruk Hoca ile birlikte, yine bir hâkimiyet mücadelesi sebebiyle Kâşgar’a girdi. Yakup Bey, aslında 1863’te fiilen sağlanmış olan bağımsızlığı, İli bölgesi dışında bir birlik sağlamak, ülkeyi oldukça modern yöntemlerle imar edip yönetmek ve bilhassa diplomatik ilişkiler kurmak suretiyle 1877’ye kadar sürdürdü.
Bu arada İli bölgesinde de ayaklanmalar oluyordu. 1857’de kovulan Çinliler, 1864’te Gulca’yı tekrar ele geçirdi. 1865’te şiddetli çarpışmalardan sonra bağımsızlığı yeniden kazanan İli hükümdarı Âlâ Han (Sultan unvanı verilmişti), bölgeyi himayelerine almak isteyen Ruslarla Çinliler arasında tercih yapmaya zorlandı. Rusların asıl çekindiği unsur olan Yakup Bey 1870’de Gulca’yı zapt etti, ancak Sultan’a dokunmadan şehri terk etti. Sultan da Rusların himayesini kabullenmedi. Rusya bunun üzerine 1871’de Gulca’yı aldı ve Doğu Türkistan’ın küçük bir bölümü Rusların işgaline girmiş oldu. Ancak Ruslar daha sonra, muhtemelen İngilizlerin baskısıyla, 1879’da Çin’le bir anlaşma yaparak, Kara İrtiş nehrinin batısında 10 bin km. karelik bir toprak ve Doğu Türkistan’ın hemen her tarafında konsolosluk açmak ve ticaret yapmak gibi kazanımlarla İli bölgesini Çinlilere bıraktı.
İli de bunlar olurken Çinliler, Yakup bey kuvvetlerine karşı 1876’da büyük bir saldırı başlatmıştı. Diplomatik yollarla sağlamaya çalıştığı İngiliz desteğiyle Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını korumaya çalışırken Yakup Bey, 1877’de öldü. İngilizlerin buradaki tavırları hayli ilginçtir: “Yakup Beye yardımcı olmak lâzım ama büyük oyundaki asil rakipleri olan Rusya karşısında Çin tercihe şayandır.”
Yakup Beyin ölümünden sonra, bir taraftan zaten saldırılarını şiddetlendirmiş olan Çinlilerin ilerlemesiyle, bir taraftan da Yakup Beyin çocukları, Aksu hükümdarı Hâkim Han Töre ve Hoten hükümdarı Niyaz Bey arasında başlayan çatışmalarla, Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı sona erdi. Yakup Beyin 60 bin kişilik ordusundan sadece 10 kişi Fergana’ya kaçabildi. 1884’ten itibaren, “Hsi-ju” (Batı Bölgesi) yerine, Çin İmparatorunun teklifiyle “Hsin-çiyang” (Yeni Topraklar) adlı bir eyalet haline getirdikleri Doğu Türkistan’a ilk genel valiyi atadılar (Hayit, 2004, sf.148 – 149).
1911 yılına kadar Çin idaresi altında Doğu Türkistanlılar varlıklarını devam ettirmekle yetindiler. Dr. Baymirza Hayit (2004, sf.307) bu dönemin “rüşvet” alışkanlığıyla maruf olan Çinli yöneticilerle geçinmek suretiyle geçiştirildiğini yazar. 1911’de başlayıp 1912’de Pekin’de Mançu hanedanının yıkılıp yerine cumhuriyetin kurulmasına kadar devam eden karışıklık döneminde İli bölgesinde ve bilhassa Hami’de tekrar ayaklanmalar başladı. Rusya’nın yardımıyla isyanları bastıran General Yang Tseng-hsin, 1913’te cumhuriyet idaresi tarafından Genel Vali olarak atandı. Pekin’den ziyade Rusya ile ilişkiler geliştiren Yang, öldürüldüğü 1928 yılına kadar keyfi ve zalimane bir idare yürüttü. Rusların bölgede insiyatifleri o derecede güçlenmişti ki, Çin’le diplomatik ilişkilerin kesildiği 1927 yılında Doğu Türkistan’da 5 konsolosluğu açık ve faaldi.
1930 yılı sonlarında Hami’de Salih Dorğa ve Hoca Niyaz, bir Çin subayın Salih Dorğa’nın kızıyla evlenmek istemesi üzerine yeniden isyan başlattılar ve bu isyana genç Dungan (Çinli Müslümanlar) generali Ma Sing-jin de katıldı. Hami ayaklanması 1933 yılına kadar bu bölgeye münhasır kaldı. Ancak 1933 yılında Turfan, daha sonra Aksu ve nihayet Hoten’e de sıçrayan ayaklanma, mücahitlerin kendi aralarında, Dungan’larla ve Çinlilerle zorlu mücadelelerinden sonra nihayet netice verdi ve 12 Kasım 1933’te Şarki Türkistan Cumhuriyeti ilan edildi. Hoca Niyaz Hacı cumhurbaşkanı, Sabit Dâmullah da Başbakan oldu.
Bu yıllarda Sovyetlerin Çin komünistlerine desteği artmıştı. 1933’te Doğu Türkistan Genel Valisi olan Şeng – Şi – tsai, Sovyet komünist Partisi üyesi olup, Doğu Türkistan’ı komünist çalışmaların merkezi haline getirmişti. Şeng’den önce de çeşitli sebeplerle Doğu Türkistan’da var olan Ruslar bu dönemde 1933 - 1943 arasında tam 10 sene Doğu Türkistan’da Türk varlığını ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalarda Çinlilerden geri kalmadılar.
Şarki Türkistan Cumhuriyetinin ilânından sonra devreye Ruslar da girdi. Ruslar ve Çinliler cumhuriyetin varlığına son vermek, Dunganların lideri Ma Sing-jin de askeri denetimi ele geçirmek istiyordu. Hoca Niyaz Çin Genel Valisine yanaşmak zorunda kaldı. Ruslar da Dungan’lara karşı güçlü bir birlik sevk etti. Temmuz 1934’te Ma Sing-jin esir düştü. Ancak Dungan hareketi durmadı. 1934 sonunda Kâşgar’a giren Dungan ordusu bir gecede 7 bin kişiyi öldürdü.
Bu arada Rusların baskısı artmıştı. Hoca Niyaz, Dungan’lara karşı yardım aldığı Ruslarla, Doğu Türkistan’ın Sovyetler Birliğine ait olmasını kabul eden bir anlaşma imzaladı, ancak Doğu Türkistan hükümeti bu anlaşmayı kabul etmedi. Bunun üzerine Hoca Niyaz hükümet üyelerini tutuklattı ve birkaç kişi dışında bütün üyeler öldürüldü. Hoca Niyaz Urumçi Genel Vali Yardımcısı oldu, ancak 1937 ayaklanmasına destek olduğu için 1937’de hapse atıldı ve 1942’de bir gaz odasında öldürüldü.
Bu yıllarda öldürülen Doğu Türkistanlı Müslümanların sayısı milyonlarla ifade edilebilir. 1937 isyanı da kısa zamanda bütün Doğu Türkistan’a ve Kansu’ya sıçradı. Ancak Sovyetlerden yardım alan Genel Vali Şeng bu isyanı da, kanlı bir şekilde bastırmaya muvaffak oldu; savaşta motorize Rus birlikleri 80 bin Doğu Türkistanlıyı şehit ettiler; Kâşgar’da bir gecede 6 bin kişi idam edildi (Hayit, 2004, sf. 324).
Bu arada Altay bölgesinde de Kazaklar arasında milli mücadele fikri yaygınlaşıyordu. Kazaklar 1936 yılında Yunus Hoca önderliğinde bir “Milli Müdafaa Cemiyeti” kurdular. 1940 yılında vali Şeng, Altay’da düzeni sağlama konusunda fikir alışverişinde bulunmak üzere Urumçi’ye davet ettiği 350 Kazak ileri gelenini tutuklatınca, Altaylarda silahlı mücadele başladı. Müşterek Rus, Çin ve Moğol güçleri Kazakların karargâhını dağıttı. Ancak hareket devam ediyordu. Vali Şeng şartları kabul ederek isyanı yatıştırmaya yöneldi. Ancak bir müddet sonra Rusların bölgede iktisadi faaliyetlerine yeniden izin vererek şartları ihlal edince Osman İslâm (Batur) önderliğinde alevlenen ayaklanma Çin’i barış görüşmelerine mecbur etti. Osman Batur, Çinlilerle ve Ruslarla yapılan anlaşmaların yürümediğini bildiği için anlaşmaya yanaşmadı ve 1944’te Gulca’da Ali Han Töre’nin cumhurbaşkanı ilan edildiği Doğu Türkistan Cumhuriyeti emrine girdi.
Sovyetler yine devredeydi. Pekin’deki Çan Kay-Şek hükümeti Doğu Türkistan hükümetini tanımak temayülündeydi. Çünkü böylece uğraşmak zorunda olduğu Çin ve Sovyet komünistlerine karşı bir avantaj elde edecekti. Ne var ki Pekin’de Mao’nun iktidarı ele geçirmesi yaklaştıkça, Doğu Türkistan’da da Çin ve Sovyet komünistlerinin etkisi artıyordu. Bu şartlarda 12 Temmuz 1946’da Çin ve Doğu Türkistan hükümetleri 12 maddelik bir anlaşma imzaladı. Cumhurbaşkanı Ali Han Töre, bu esnada, ilginç bir şekilde kayıptı. Anlaşmaya göre, Doğu Türkistan Çin’e bağlı kalıyor, İli, Altay ve Tarbagatay bölgelerine (muhtemelen komünistlere karşı) asker sevk ediyor, mahalli yönetimlerde yerli halkın görev alması benimseniyor, öğretim dili Türkçe, resmi diller Türkçe ve Çince oluyordu. Anlaşmaya göre bütün tutuklular serbest bırakılacak, 25 üyeli hükümette 15 Türkistanlı, 10 Çinli bakan görev alacak ve yeni parlamento serbest seçimlerle bir an önce kurulacaktı.
Anlaşmanın uygulamasında Sovyet ağırlığı kendini gösterdi. Başbakan vekili ve üç önemli bakanlık Sovyet yanlısı Türklerdeydi. Ali Han Töre’nin ortada olmamasının etkisiyle de, Osman Batur ve arkadaşları bu Sovyet yanlısı hükümeti tanımadılar. Bunun üzerine Çin, bu Sovyet yanlısı hükümeti değiştirdi ve 1870’lerden o güne kadar olmayan bir şeyi yaptı; üç Türkistanlıyı en önemli görevlere getirdi: Dr. Mesud Sabri (Baykuzu) Genel Vali, İsa Yusuf (Alptekin) Hükümet Genel Sekreteri ve Canım Han Hacı da Maliye Bakanı oldu. Ruslar ve Çin komünistleri İli ve Altay bölgelerine çekilerek burada Osman Batur güçleriyle çatışmaya girdiler. Pekin ve Urumçi Osman Batur’la, 1947’de, silâh yardımı yapmak üzere anlaştılar. Fakat Mao’nun Pekin’de iktidara her geçen gün yaklaşması bu yardımın gerçekleşmesine engel oldu. Çin komünistleri Sovyetlerin yardımıyla Doğu Türkistan’da da güçleniyordu.
Nihayet, Çin yönetimi dirayetli ve akıllı bir lider olan Sabri’yi, Doğu Türkistan’ı giderek Çin’den tamamen ayıracağı endişesiyle 1949 başında görevden aldı. Yerine komünist Sovyet vatandaşı Burhan Şahidi Genel Vali, Hoten’den Mehmet Emin Buğra de Genel Vali yardımcısı oldu. 1949 Haziran ayında Mao’nun Kumintang’a karşı kesinleşen üstünlüğünden sonra Doğu Türkistan’da da hâkimiyet Sovyet komünistlere geçti. Canım Han Hacı ve Osman Batur 1951 yılında peş peşe yakalanıp idam edildi. Osman Batur, bütün ısrarlara rağmen memleketini terk etmedi, ama gitmek isteyenlere engel olmadığı gibi yardım da etti. 1951 yılı sonuna kadar komünistler Doğu Türkistan’da kontrolü tamamen ele geçirdiler. Bilânço çok ağırdı: Yüz binlerce insan öldürülmüş, yüz binlerce insan göçe mecbur kalmıştı. O göç edenlerin de büyük bir kısmı Hindistan yolunda ağır hava ve yol şartlarında telef oldular. Uygurlar arasında “üç efendiler” olarak bilinen Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin ve Sabri Baykuzu Türkiye’ye iltica ettiler. Onlar ayrıldıktan sonra da vatanda mücadele bitmez. Ayaklanmalar, baskılar sürer gider. 1951 yılından günümüze kadar Doğu Türkistan’da bir taraftan Sovyetlerle Çin rekabeti, bir taraftan da istiklâl mücadeleleri süre gelmektedir. Şimdilik sadece ve ne acı ki, acıların bir gün sona ermesini temenni etmek durumundayız.Onlar ayrıldıktan sonra da vatanda mücadele bitmez. Ayaklanmalar, baskılar sürer gider. En yakın tarihlerden örnek vermek gerekirse:
- Barın (1995), Kulca (1998) ve Urumçi (2009)’da cereyan eden olaylar Çin’in insan haklarını hiçe sayan uygulamalarına tipik birer örnektir.
- 1985 öğrenci olayları. Lop Nor’daki yer altı nükleer denemelerinin durdurulmasını isteyen üniversite öğrencilerinin boykotları ve gösterileri, Urumçi’den, Kaşgar’dan başlar; Çün’in bütün üniversitelerine yayılır.
- 1987 tarihindeki Pekin’in Tienenman meydanındaki meşhur öğrenci gösterisi de bu olaylardan hemen sonra ve muhtemelen bunların devamı nitelğindedir.
- 4 Nisan 1990 Barın (Kaşgar, Aktuğ) bir caminin ibadet edilecek şekilde onarılma çalışmalarına izin verilmez.
- 5 Şubat 1997 Kulca, Kur’an okuyan kadınlar ve çocuklar…
- 5 Temmuz 2009 Urumçi, namusunu koruyan insanlar
- Bu insanlarda akıl yok mu? Silahlı holiganların üzerine gidiyorlar, ölümü göze alıyorlar? Bunu Rabia Kadir’in ve dışarıdaki bağımsızlık temsilcilerinin bir kışkırtmasıyla yapsınlar?
- Görülüyor ki sebep en sıradan yaşama istekleridir. Namusunu koruma isteğidir, yurdunda çalışma isteğidir, özgürce ibadet etme isteğidir. Nükleer zehirlenmeye karşı duruştur
- Bunlara karşı Çin ne yapıyor? Tek kelimeyle yapılan zulümdür. Devlet terörü uygulanıyor.
- “Ey Allah’ım, bu zalimlere karşı, bütün zalimlere karşı bize yardım et”
3.3- HİNDİSTAN’IN İNGİLİZ SÖMÜRGESİ OLUŞU
Hindistan’da Türklerin yönetimi, Gaznelilerin son döneminde başladı. 1040’ta Dandanakan’da Selçukluya yenilen Sultan Mesut’tan sonra Gazneliler Kuzeybatı Hindistan’a, Pencab’a yerleştiler. Bu arada Afganistan’da Gaznelilerin yerini almış olan Gurilerin hükümdarı Muizeddin Muhammed, Hindistan’a da uzanıyordu. Muizeddin Muhammed’in naibi olarak Lahor’da hüküm süren ve aslen Türkistanlı bir köle olarak büyüyen Kutbeddin Aybeg, Muizeddin’in bir suikastla ölümü üzerine 1206’da Lahor’da tahta çıktı. Aynı zamanda Muizeddin’in diğer kumandanları Nasıreddin Kabaca, Uç ve Multan’da, Muhammed Kalaç ise Bihar ve Bengal’de istiklâllerini ilan ettiler. (Konukçu, 1988, sf. 375)
Hindistan’ın çeşitli bölgelerinde bu şekilde başlayan bu Kölemenler dönemi, başlıca Kutbiler, Kalaçlar, Tuğluklular, Seyidiler, Lodiler gibi hanedanlar değiştirerek 1526’ya kadar sürdü. 1526’da Türkistan’dan gelen Timurlu soyundan Babür, Panipat meydan savaşında Lodi hükümdarı İbrahim Şah’ın kuvvetlerini yenerek Hindistan’da yeni bir yönetim dönemini başlattı. Babür’ün devleti 1858’e adar sürdü. Bu dönem için, Konukçu (1988, sf.373-461)’da oldukça tafsilâtlı bilgi vardır.
Babür Devletinin Hindistan’daki bu 332 yıllık yönetimi, son 60–70 yılı sayılmazsa, barış, refah adalet dönemi oldu. Taç Mahal isimli türbe, 1631’de Cihanşah tarafından, ölen eşi Mümtaz Mahal için yaptırılmış büyüleyici bir mimari eserdir.
332 yıllık hükümranlık dönemlerinde, bir taraftan Hindistan’da otorite kurmaya çalışan, sürekli isyan eden Sihlerle uğraşan Babür’lüler, bir taraftan da İran’daki önce Safevi şahlarıyla, sonra Avşar Nadir Şah’la, bir taraftan da Buhara Hanlığıyla uğraşıyorlardı. 18. yüzyıl ortalarından itibaren mücadele edilen güçler arasına Afganistan da katıldı.
Portekizli tüccarlara Hindistan’da ticaret yapmaları için bir takım imtiyazlar verilmişti. Daha 17. yüzyıl başlarından itibaren “East Indian Company” isimli şirketin temsilcileri üzerinden Babür’lü yönetimiyle irtibat kuran İngilizler de benzer imtiyazlar istedi. Ancak başlangıçta İngilizlere Portekizliler kadar itibar edilmedi. Ama İngilizler kolay pes etmedi ve uzun uğraşlardan sonra bir takım imtiyazlar elde etti; ne var ki daha fazlasının istiyorlardı.
1764 yılında Doğu Hindistan’da Bengal’lileri Babür’lü idaresine karşı kışkırtan İngilizler, askeri üstünlük sağlayınca sulh istemek zorunda kalan Celâleddin II. Âlem Şah İngilizlere önemli ticari menfaat sağlayan anlaşmalar imzaladı. Nadir Şah İran’a 1739’da döndükten hemen sonra Afgan padişahı Ahmetşah Dürrani Babür’lülere çok ciddi darbeler vurmaya başlamıştı. İşte böyle bir dönemde Bengal’de devreye giren İngilizler bundan sonra Hindistan’da nüfuzlarını giderek artırdı ve 1804’te Babür’lü sarayına yerleşti. Artık Şah, İngiliz yöneticilerin kuklası durumundaydı. Bu durum 1857 yılına kadar sürdü. O yıl tahta geçen II. Bahadır Şah zamanında halk İngilizlere karşı ayaklandı. İngilizler zor duruma düştü. Ancak isyan eden askerlere maişet temininde güçlük çekilince isyan kontrolden çıktı, emir komuta disiplini kayboldu, herkes kendi başına hareket etmeye başladı. Bu karışıklıkta Delhi’ye bir karşı harekât düzenleyen İngilizler, topçu ateşiyle büyük bir üstünlük sağladılar. İngilizlerin de önemli kayıplar verdiği çatışmaların ardından şehir düştü ve İngilizler II. Bahadır’ın ailesinin tamamını katletti. Aralık 1858’de resmen tahttan indirilen Şah yargılandı ve ömür boyu hapis cezasıyla Burma’ya sürgün edildi. Burada 1862’de vefat etti (Konukçu 1988, sf.509–521).
[1] İli bölgesi, bu isimle anılan ırmağın yukarı mecrasındaki bölge (Şekil: 3.1) veya Gulca şehri ve civarı olarak anlaşılmaktadır (Hayit, 2004, sf. 20, dipnot 46).
2 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi