15 Temmuz 2016 tarihinde girişilen darbe teşebbüsü çok şükür başarıya ulaşamadı. Ama ülkemiz adına, utanç ve üzüntü verici, 21. Asırda olmaması gereken bir görüntü ortaya çıktı. Bununla birlikte darbe girişiminin ve bu münasebetle ülkemizin, insanımızın analizini çok iyi yapmak zorundayız.

            Darbeler artık tarihe karıştı demeye başlamıştık ki darbe girişimi adeta “hayır ben tarihe filan karışmadım” dercesine geldi.

            Kuvvet Komutanlarının darbecilere boyun eğmemesi, Cumhurbaşkanımızın zamanında yaptığı çağrı, Başbakanın, Siyasi parti liderlerinin darbeye karşı net duruşu ve en önemlisi Türk Milletinin asil direnişi darbeyi başarısızlığa mahkûm eden başlıca faktörlerdir. Ama o sivil insanların üzerine ateş açan subayları ve tankları, TBMM’ni, Cumhurbaşkanlığı konutunu, MİT’i, Özel Harekât Merkezini, Emniyet Müdürlüklerini bombalayan uçakları tarih unutmayacak, Türk Milleti de affetmeyecektir. Bunları yapanlar ve emri verenler, en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.

            Darbe teşebbüsünün iki önemli görüntüsü vardır: Birincisi darbecilerin, bilhassa uçakların gözü dönmüş bir öfkeyle her yere bomba ve ölüm yağdırmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde başarılı başarısız hiçbir darbede, darbeciler bu derecede öfkeli ve saldırgan bir eylem sergilememiştir.

İkincisi, Türk Milleti bir destan yazmıştır. Anında Cumhurbaşkanının çağrısını bile beklemeden, darbeye karşı olduğunu haykırmak üzere sokağa dökülen arkadaşlarım olmuştur. Cumhurbaşkanımızın çağrısı üzerine binlerce insan direniş hareketini genişletmiştir.

Utanç, üzüntü ve gurur duygularını bize aynı anda yaşatan bu tablonun bir daha yaşanmaması için alınması gereken tedbirler üzerinde iyi durmak gerekir. Tabii “böyle bir darbeye hangi saiklerle tevessül edilmiştir” sorusuna cevap arayacak nitelikte bir analiz de tedbirlerin belirlenmesinde yardımcı olacaktır. Analiz için bilgi gerekir. Kısa vadeli, acil tedbirler için, darbecilerin niyeti neydi, darbe girişimi niçin geç fark edildi, darbe teşebbüsünde kimler kimlerle işbirliği yaptı, darbeciler tamamen tasfiye edildi mi, yoksa artçı darbeler gelecek mi gibi konularda gerekli bilgiye sahip değiliz. Ama uzun vadeli tedbirler cümlesinden söylenecek çok şey olmakla birlikte bunları özet neticeler şeklinde ifade etmekte yarar vardır:

1-      28 Şubat sürecinde etkili olan komutanların yakınmalarını hatırlıyorum: “iyi de orduda as üs münasebeti, emir komuta hiyerarşisi alt üst oluyor. Abinin, temsilcinin sözü komutanınkinden daha önemli emir sayılıyor”. Bu yakınmalara o zaman fazla itibar etmemiştim, çünkü ben bunları birbirine karıştırmıyorsam başkaları da karıştırmaz sanıyordum. Ama bu darbe, yakınmaların yersiz olmadığını ortaya koymuştur. Her meslekte olduğu gibi askerlikte de hiyerarşinin bozulmaması gerekir.

2-      Darbe kötüdür. Rahmetli Alparslan Türkeş’in “en kötü demokrasi, en iyi diktatörlükten daha iyidir” sözünü hep hatırlamak durumundayız. O söz bir tecrübenin yansıması idi. Elbette demokrasimizi iyileştirmek, tekâmül ettirmek, onu “sokaklarda ıspanak fiyatına satılacak” kadar ehven olmaktan çıkarmak zorundayız. Demokrasi ile ilgili tartışmalar bazı mahfillerde hala gündemde yerini koruyor. Bunlar entelektüel seviyede elbette tartışılsın, yöneticileri belirlemede demokrasiden daha iyi bir yöntem varsa bulunsun. Ama mevcutların en iyisi demokrasidir. Demokrasinin karşıtı, şu ana kadar ve şu an için totaliter yönetimdir.

3-      Eğitim sistemimiz, milli ve manevi değerlerle mücehhez şahsiyetli insanlar yetiştirememektedir. O zaman da bu boşluğu dolduranlar kendileri için “emirde robot” mensuplar yetiştirmekte zorluk çekmemektedir. Dolayısıyla eğitim sistemimiz, milli ve manevi değerlerle mücehhez şahsiyetli nesiller yetiştirmeli, aileleri, “çocuğumu, istediğim eğitimi alması için acaba kimin okuluna göndereyim” arayışına sevk etmemelidir.

4-      Eğitimin kazandırması gereken diğer bir husus siyasi kimlik olarak hepimize “Türkiye Cumhuriyeti Devletine Vatandaşlık” yetmelidir. Parti, dernek, dini grup, etnisite, ideoloji, meslek vb gibi, her toplumda olması normal olan kimliklerin hiçbirisi bu siyasi kimliğin önüne geçmemelidir.

5-      Devlet denilen aygıt küçümsenmemelidir. Kimse kendisini devletin çalışma usul ve esaslarını tanzim eden mevzuatın üzerinde görmemelidir. Bunları değiştirmeye çalışabilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz, güncelleme gereği duyabilirsiniz. Ama yerine bir mevzuat gelinceye kadar eskisi yürürlükte olmalıdır.

            Daha da düşünülse uzatılabilecek olan bu liste yanında, darbe ile ilgili bilgilerimizden bağımsız olarak söyleyebileceğimiz acil tedbirler de vardır: Bir defa sakin olunması, darbeye teşebbüs edenlere duyulan haklı öfkenin tedbirlere yansımaması gerekir. Bu noktada rahmetli Aliya İzzet Begoviç’i hatırlamak zamanıdır. Askerlerden birisi gelip “Sırplar bizim kadınlarımızı, çocuklarımızı ve yaşlılarımızı öldürüyorlar. Buna bigâne kalmamalıyız” dediğinde, Begoviç’in verdiği cevap hepimiz için ibretliktir: “Sırplar bizim öğretmenimiz değildir.” (http://listetek.com/haber/593) Bunu söyleyen insan sınavını vermiş bir insandır. Onun veciz sözlerinin hepsini bilmemiz gerekir.  Alıntıyı yaptığım sitede onun 19 sözü var. Onlardan iki tanesini daha konumuzla ilgisi bakımından yazayım: “Ölüme hazır olan insanlar, ölüme hazır olmayanlara karşı galip gelir” ve “Nefrete nefretle cevap vermeyin. Bosna için nefret çıkmaz sokaktır. Nefret sadece bizim ruhlarımızı zedelemiyor, Bosna'nın özünü de zedeliyor.

Özetle söylemek gerekirse, 20.07.2016 gecesi ilan edilen Olağanüstü hal, yerinde bir uygulamadır. Çünkü bu şer örgütünün üzerine giderken bigünah insanların zarar görmemesi ve uygulamaların yasal bir dayanağının olması gerekir. Olağanüstü Hal ilanı bu dayanağı sağlamıştır. İkincisi,  tarihte medeniyet kurmuş olan devletimizin, bunu sağlayan idare anlayışından uzaklaşmaması, adaletten ayrılmaması gerekir. Kin, garez, intikam duygularıyla hareket edenlerin, fırsatçıların eline imkân verilmemelidir. Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere devlet erkânının açıklamaları bu yöndeki endişeleri izale edecek mahiyettedir. Bu konuda Nuri Gürgür’ün, Olağanüstü hal ilanından önce yazılmış olan sözlerine kulak vermek gerekir:

“Kimse bu kritik dönemde iktidara şirin görünmek için durumdan vazife çıkarmaya, kendini yetkili sayarak infaz yapmaya çalışmamalı; buna yeltenenlere anında engel olunmalıdır. Bir başka önemli husus mevcut ortamda yaşanması muhtemel muhbirlik sorunudur.

 

“Kamu kurumlarından, bürokrasiden, üniversitelerden ayıklama yapılması adına ihbar yapılmasını istemek çok sakıncalı bir tutumdur. Devletin kendi imkân ve kaynaklarıyla doğru ve gerçekçi tespitler yapması yerine, bunu görevi ve sıfatı olmayan insanlardan istemek muhbirlik kampanyasına yol açar. Bulunduğu kurumda bazı çalışanlara şahsi yahut fikri nedenlerle karşı olan, onun tasfiyesini sağlayarak kendine yer açılmasını düşünen birçok insanın ihbarcı haline gelmesi, iftiracı olması kaçınılmaz hale gelir. Bu durum bir taraftan mağduriyetlere, haksızlıklara yol açarken, diğer yandan çok tehlikeli kutuplaşmalar, düşmanlıklar oluşturur. Başbakan Binali Yıldırım’ın silahlı kuvvetlerin yıpratılmaması gerektiğine ilişkin demeçleri, meydanlarda toplanan insanlara itidal çağrısı olumlu bir tavırdır. Bütün yetkililerin bu üslubu benimsemeleri Türkiye’nin huzuru ve geleceği açısından şarttır. Sokak gösterileri tadında bırakılmadığı takdirde, darbe gecesi herkesin takdirini toplayan ‘’Milli Direniş’’ hareketi anlamından uzaklaşır; siyasi bir hesaplaşmaya ve toplumsal huzursuzluklara yol açar. Türkiye’nin bugün en fazla ihtiyacı olduğu şey, basirettir, itidaldir, aklıselimdir. Ve belki de hepsinden önemlisi hukuk devletinin ve demokrasinin kâmil anlamda varlığıdır.” (http://turkocaklari.org.tr/sayfa/6813/menfur-darbe-girisimi-ve-sonrasi.html)

 

         Sokak gösterileri gerçekten tadında bırakılmalıdır. Gerçekten de hepimizin takdirini toplayan “milli direniş” hareketini, cumhurbaşkanımızın “ikinci bir emre kadar” diye ifade ettiği vakte kadar olgun bir sükûnetle sürdürmek, kin ve nefret duygusuyla gözü dönmüş kişilerin muhtemel taşkınlıklarına karşı dikkatli olmak, araya sızacak art niyetli provokatörlere fırsat vermeden direnişi sürdürmek zorundayız. Darbeden bir hafta sonra, 22 Temmuz 2016 Cuma namazında okunan hutbe ve verilen vaazlarda yapılan dualar hissiyatımıza tercüman olmuştur; hocalarımızın milli direnişin bir “adalet ve hakkaniyet” direnişi olarak devam etmesi duası can-ı gönülden katıldığımız dualardır.

            Demokrasi şehitlerimizin makamları mübarek olsun, Allah onlara rahmet eylesin ve gazilerimize şifalar versin.

Site düzenlemesi Crystal Studio