Solcu yazarların Enver Altaylı’nın tutuklanma fırsatını ganimet bilerek ülkücü hareketi ve rahmetli Türkeş’i karalama kampanyasını ibretle müşahede ediyorum. Bunların tipik temsilcisi Soner Yalçın. Rahmetli Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün gibi bir televizyon programında Cüneyt Özdemir’le birlikte Enver Altaylı’yı sorguluyorlardı. Güzel bir programdı. Enver Altaylı’ya Soner Yalçın le Enver Altaylı arasında hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle bir konuşma geçti:

              -          “Enver Bey, sizin CIA ajanı olduğunuz iddialarına ne diyorsunuz?

-          “Benim CIA ajanı olduğumu ispatlayacak küçücük bir delil bulursanız ben vatana ihanet suçundan yargılanmamı isteyeceğim. Sizin bir kitabınızın parasının KGB’den (şimdi FSB) ödendiğini ispat edersek siz ne yapacaksınız?

Soner Yalçın “akılda kalan bir cevap veremedi” diye hatırlıyorum.

Soner Yalçın ve benzerleri şimdilerde yine “Enver Altaylı, Ruzi Nazar’la birlikte Gladio’yo kurdu. Sonra Türkeş’le birlikte Ülkücü hareketi, bir Gladio kolu olarak organize ettiler” diye özetleyeceğimiz cinsten şeyler yazıyorlar. Ben de bunları okuyunca kendi kendime diyorum ki, “kim yaptıysa iyi yapmış”. Niçin mi? İşte olayın bizim penceremizden görüntüsü ve belki perde arkası:

      Üniversitelerde sağ-sol çatışmaları henüz başlıyordu. 1968 yılından itibaren Filistin Kurtuluş Cephesi ve El Fetih isimli örgütlerde Türkiye’den giden solcu-devrimci öğrenciler eğitim görmeye başladılar… Bunun üzerine ülkücüler de komando kampları adı verilen yaz kamplarında beden ve zihin eğitimi gördüler. Şimdi geriye doğru bakıyorum da bu eğitimler keşke olmasaydı veya birbirine karşı olmasaydı.

      O yıllarda ve daha sonrasında kardeşin kardeşe düşman olduğu, kurtarılmış bölgelerin, mahallelerin ve okulların oluştuğu çatışmalar olmasaydı keşke. Ama oldu. Geçmişe gidip değiştirip yeniden yaşamak mümkün değil; olanları sineye çekip, dersler çıkarmak ve gelecek nesillere aktarmak zorundayız.

                   *                                        *                                         *

      İkinci Dünya Harbinde Alman işgal kuvvetlerine karşı sivil direniş örgütleri oluşturan ülkeler, NATO kurulduktan sonra bu direniş örgütlerini muhtemel Sovyet işgaline karşı geliştirerek sürdürmüşler. Sonra da her NATO üyesi ülkede farklı isimlerle kurulan bu direniş örgütleri, Sovyetlerin dağılma sürecinde, İtalya’daki Gladio ismiyle meşhur oldu. Tabir günümüze kadar galat ama yaygın olarak kullanılageldi.

Örgütlenmenin 2. Dünya savaşındaki köklerinde Nazi ırkçılığına karşı direnen örgütlerin içinde solcuların da bulunduğunu varsaymak gerekiyor. Yani daha kurulduğu zamanlarda karşı casusluk örgütünün müdahalelerine uygun bir yapıyla oluştu ve NATO bünyesinde de sızmalar devam edegeldi.  

Türkiye 2. Dünya Harbinden sonra NATO üyesi olmaya, kuzeydeki Sovyet tehdidi yüzünden karar vermiş. Ve 1952’de (Enver Altaylı 8 yaşında) NATO’ya girer girmez bu anti Sovyet direniş örgütü bizde de kurulmuş. Örgütün Türkiye’deki adı Seferberlik Tetkik Kurulu. Sonra ismi Özel Harp Dairesi olmuş, sol jargonda Ecevit rahmetlinin de kullandığı bir isimle Kontrgerilla denilmiş; 21. Asırda da Ergenekon adıyla mahkemeye çıkarılan örgüt işte bu örgüt.

Sonra klasik FETÖ operasyonlarıyla 2013 ve 2014 yıllarında örgüt Kozmik odalarına da tecavüz edilmek suretiyle gündemden düşmüş… Bizde diğer NATO ülkelerinde olduğu gibi sol sızmalar olmuş muydu? Bilemiyorum. Ama emareleri yok değil… Sol sızmalar olsa da örgütün Ergenekon davasıyla budanması ve sonra da tamamen lağvedilmesi kimin işine yaradı? PKK ve FETÖ’nün işine yaradı. Orduda FETÖ yapılanması hız kazandı, PKK ile mücadele daha etkisiz hale geldi.

                   *                                        *                                         *

      1979’da Kızılordu, bir darbeyle iş başına gelmiş ve Sovyetler Birliği ile Savunma İş birliği anlaşması imzalamış olan hükümetin daveti üzerine Afganistan’a girdi ve 10 sene sonra çekildi. Sonra Sovyetler kendini feshetti ve dağıldı. 10 sene sonra Taliban bahanesiyle bu defa Amerika Afganistan’a girdi. O ülkede hala taşlar yerine oturmuş değil.

                   *                                        *                                         *

Sovyetler Birliğiyle savunma anlaşması imzalayan sol bir cunta hükümeti bir haftalığına Türkiye’de yönetimi ele geçirseydi ne olurdu halimiz? Afganistan olmazdık belki ama bugünkü refah seviyemize de ulaşamazdık. En iyimser ihtimalle Varşova Paktı ülkelerin durumunda kalırdık. Anti Amerikancı sosyalist İslamcılar, sömürge ülkelerinin İslamcılarının bakış tarzını benimseyen Seyit Kutup ve Hasan Benna müridi kardeşlerimiz bugünkü kadar çok cami inşa edilmediğini, hatta cami sayılarının azaldığını, Ateist eğitim anlayışının İslamiyet’i Sovyet zamanı Türk Cumhuriyetlerindeki duruma düşüreceğini tecrübe ederlerdi. İyi ki böyle bir tecrübe yaşamadık.

Özeti Ülkücü Hareket, bir daha yaşanmamasını temenni ettiğimiz o 12 Eylül’e giden süreçte Türkiye’nin Afganistan olmasını engellemiştir. Türkiye’nin NATO üyesi olmasını oldukça güçlü ve benim de katıldığım gerekçelerle eleştirebiliriz. Ya da olmak zorundaymışız anladık ama, NATO’nun uç karakolu gibi olmadan da kalabilirdik diyebiliriz. Bunlara gönlümün derinlerinden itiraz edemem ama kazın ayağı o günkü devlet adamlarımızı bir tercih mecburiyetinde bırakmış. Türkiye’nin 2. Dünya Harbine girmemesini sağlayan, sonra da Sovyet tehdidine karşı NATO (Kuzey Atlantik) şemsiyesi altına girmesine karar veren devlet adamları doğru tercih yapmışlardır. Uygulamalardaki hatalardan gelecek için ders çıkaralım ama, NATO üyesi olduğumuz için Pentagon’a gidip eğitim gören Türkeş gibi nadide subaylarımızı saygıyla hatırlayalım.

Bunları hatırlayınca kendi kendime diyorum ki, “kim yaptıysa iyi yapmış”. Anlatabildim mi?

Sovyetler dağıldı, soğuk savaş sona erdi. Biz baltalarımızı gömdük. O günler bir daha gelmesin. Gencecik yaşında gök ekini biçer gibi toprağa düşen ülkücü şehitlerimize içimiz hep yanıyor, yanmaya da devam edecek. Soldan da bir o kadar genci toprağa verdik; onları da ayırt etmemek gerektiğini düşünüyorum. 12 Eylül’e giden o karanlık yolu Gladio üzerinden Türkeş ve ülkücü harekete fatura eden solcular için Kenan Evren’in oyununda rol aldıklarını düşünüyorum. O zamanın bilinçli figüranları olmasalar da sol camianın bazı fraksiyonları o dönemin argümanlarıyla olayları değerlendirmeye devam ediyor. Bunların bir kısmının pusulası Moskova’yı gösteriyor. Sözüm onlara değil, benim kadar vatansever olduğuna inandığım solcu arkadaşlarıma:

Biz gençlere “İslamcı-Türkçü, Ülkücü-Osmanlıcı, Alperen-Reisçi, Alevi-Sünni, sağcı-solcu, Kürt-Çerkez-Türkmen ayırımı yapmadan aklınızı birleştirin. Ayrılıklarınıza değil müştereklerinize bakın. Böyle yapınca göreceksiniz müşterekleriniz ayrılıklarınızdan çok fazla” diye telkinde bulunuyoruz. Siz de bulunur musunuz?

Site düzenlemesi Crystal Studio