Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilâh yoktur. (Kur’an-ı Kerim 3/18)
(Resûlüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin. (Kur’an-ı Kerim 3/26)
Önceki yazımda Enver Altaylı’nın tutuklanma kararının hukuki veçhesiyle ilgili bir yorum yapmak durumunda olmadığımı; yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesine saygının gereğinin de bu olduğunu ifade etmiştim.
Ölü eti yemeyi Araştırmacı-gazetecilik sanan bazı kalemşorlar yıllardır “Enver Altaylı’nın CİA elemanı Ruzi Nazar’ın yetiştirmesi olduğu, Ruzi Nazar’ın Abdurrahman Hocanın ve Şakir Altaylının arkadaşı olduğunu” neredeyse 100 yıllık bir zaman diliminde adı geçenlerle birlikte yolculuk yapar gibi yazıyorlar. Kamuoyunun bu konularda doğru bilgilendirilmesi gerektiğini düşündüğüm için bu yazıyı yazıyorum.
Sabah gazetesinden Ersin Ramoğlu ve Mahmut Övür, Odatv’den Nihat Genç, Soner Yalçın ve ABC Gazeteden Mehmet Ali Güller isimli şahıslar yazdılar, bir kısmı yazmaya devam edecek görünüyor.
İdeolojik gerekçelerle Enver abiyi veya ailemizden başka birilerini eleştiren hasmane ama makul yazılara biz de makul cevaplar veririz, haklı buluyorsak susar otururuz. Ancak “FETÖ silahlı terör örgütünü çözmek için ailenin tamamı mercek altına alınsın” veya “Enver Altaylı Ferganalıydı, Reyna katliamını yapan cani de Ferganalıydı” veya “Gladio’yu Türkiye’de Enver Altaylı Ruzi Nazarla birlikte kurdu” gibisinden ifadelere verilecek cevap bulamıyoruz, sadece midemiz bulanmaktadır. Biz bunları yazanlar da dahil olmak üzere kimsenin geçmişini geleceğini, damat, gelin iltisaklarını merak etmeyiz. Çünkü bunların ailesinden faraza bir erdemli, düzgün adamın bunların şahsi yanlışını aklamayacağını, aileden bir suçlunun da şahsi itibarı zedelemeyeceğini düşünürüz.
Ben, enişte, yenge, damat veya gelin olmak gibi devam eden veya kesilmiş iltisaklarla bize hısım olmuşlar da dahil olmak üzere kendi ailemin bütün fertleri hakkında öldükleri zaman lehlerine şahitlik edecek kanaatlere sahibim, defterden sildiğim yakınım yoktur. Aramızda milliyetçi düşünceye sahip olanlar çoğunluktadır, demokratik sol, hatta Marksist, Ateist temayülleri olanlar, İslâmcılar vardır. Ama çok şükür hain, satılmış ve ahlâksız yoktur. Hata yapanımız olmamış mıdır? Ben de dahil olmuştur. Enver abiyle dargın kaldığımız, aylarca konuşmadığımız zamanlar, çok sert tartışmalarımız olmuştur. Bunların, düşünüyorum da bir kısmında ben hatalıydım, bir kısmında Enver abi… Ama hiç birisi “defterden silmeyi” gerektirecek konular değildi. Aile bağnazlığımız yoktur. Defterden silinecek yanlışları oğlum kızım yapsa, kardeşim yapsa defterden silerim. Enver Altaylı halen defterimin en nadide sayfalarında yerini koruyor. Bilmem anlatabildim mi?
Biz Türkistanlı bir aileyiz. Enver abinin de benim ve yaklaşık 1940-1965 arasında doğan diğer akranlarımızın da yetişmesinde, fikir ve iman dünyamızın şekillenmesinde ailemizin büyükleri özellikle dedem Abdurrahman Hoca, Enver abinin babası eniştem Şakir Altaylı, benim babam Hamit Kavuncu ve benim anne tarafından dedem, Enver abilerin de hemşeri olarak çok hürmet etikleri Nasrullah Yasa’nın tesirleri vardır. Enver abi ilk okulda bize, öğretmen olan dayısının yani babamın yanına geldi, şimdi hatırlamıyorum kaç sınıfı bizde bitirdi. Yine hemşerilerimizden Mümin Efendi amca, Emrullah Amca, Veli Efendi amca, Mullahun eke, Rabia hanım teyze, Kasap Eke ve Tarsus’ta ikamet eden Hafız Abdullah amca hemencecik aklıma geliveren isimler… Elbette öğretmenlerimizi saymam gerekir. Enver abinin de askeri lise ve Harp okulundan Tahsin Ünal’dan bahsettiğini hatırlarım.
Abdurrahman dedemin Türkistan ayrıldığı 1885’li yıllarda Ruzi Nazar, hatta belki babası doğmamıştı.
Şakir eniştem memleketten ayrıldığı 1925’li yıllarda 15 yaşlarındaydı; Ruzi Nazar’la hemşerilikleri, tanışıklıkları yoktu. Afganistan’da 8-10 yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye geldi.
Nasrullah Hoca, yaşça Şakir eniştemden de Ruzi Nazar’dan da çok büyük olup memlekette tanışıklıkları yoktu. Hindistan’da İlahiyat tahsili görüp memlekete dönünce din adamı olduğu için Bolşeviklerce tutuklanmış bir yıl kadar Taşkent’te hapishanede yatıp, sonra sürgüne gönderildiği Sibirya’da beş yıl kalmıştı. O da Afganistan üzerinden uzun süren yolculuklardan sonra 1938’de Türkiye’ye gelmişti.
Ruzi Nazar, bu bahsi geçen insanların memleketi terk etmesinden sonra orada Bolşevik sistemde yetişmiş, ikinci dünya harbinde savaş dolayısıyla kızıl orduya alınmıştı. Zaman ve mekân farklılıklarını dikkate almadan bunlara arkadaş demek için Gazeteci-Araştırmacı olmak lazım demek ki… Sonradan tanışmışlar mıdır? Onu da sonra yazacağım.
Biz ailemizin büyüklerinin sohbetlerinden Türkistan kavramını benimsedik. Dindar, Allah’tan korkan, Turancı fikirlerle anti komünist olarak yetiştik. Rus ve Çin devletlerini Türk devletine hasım olarak öğrendik. Ama hiçbir zaman bağnaz bir Rus veya Çinli düşmanı olmadık. Devlet başka insan başka…
Size, fikri yapımıza büyüklerin etkisini anlatan iki misal vereyim:
Birincisi Ortaokulu bitirdiğim zaman babam bana üç kitap hediye etmişti: İmam-ı Gazali’nin Ey Oğul isimli bir risalesi, Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü, Emil Zola’nın Terez Raken isimli romanı…
İkincisi bizim evlerimizde ilk din dersi “en çok kimi seversin?” sorusunun cevabıydı. En çok Allah, sonra Hazreti Muhammed; yani ilk iki sırada Allah ve peygamberi olmalıydı, sonraki sıralarda anne baba, dede, nene, kardeşler, hala, teyze, amca, dayılar, öğretmenler, kimi seviyorsanız o gelmeliydi.
Buna rağmen aramızda farklı fikirlerin yaşayabilmesi ailede hür bir düşünce ortamında yetiştiğimizi gösterir. Ben de liseye başladığım 1963’ten 1965’e kadar, lisedeki Milli savunma dersi hocamız Binbaşı Talat Ündemir’in etkisinde kaldığım için Türkiye’yi kurtaracak sacayağı “Aziz Nesin, Çetin Altan, İlhan Selçuk” diyecek kadar solcuydum. O yıllarda Enver abi ile yaz tatillerinde yaylada sohbetlerimiz beni uyandırdı, ya da kimlerine göre zehirledi. Lise üçe başladığımda artık dindar, Turancı bir gençtim. Ama fikri netleşmem ünversiteye başlayınca oldu.
Türlü çeşitli sebeplerle Enver Altaylının fikirlerine karşı olmayı ve bunun üzerine eleştirel yazılar yazmayı anlarım. Ama hukuk devleti olmasını umduğumuz Türkiye’de aleni hakaret ediliyor, çarpıtma yazılar yazılıyor, ailenin tamamı hedef gösteriliyor ve bunlara karşı yargıya basın suçu diye müracaat edilip netice alınamıyorsa soruyorum biz ne yapalım?
Ve cevabını ben kendim veriyorum: Hukukun üstünlüğünü hâkim kılmak için uğraşacağız, çalışacağız ve çalışacağız. Ümidim şu anda bizi üzen bu gazeteciler de dâhil, insanımızın vicdanı olduğu varsayımıdır. Yeter ki kibir olmasın. Vicdan nedir? Merhum Ahmet Kayhan dededen mülhem:
Şeytanla insan arasındaki fark, bilgi değildir. Şeytan da çok bilgilidir. Şeytanda eksik olan ahlaktır. Ahlâk, bir insanda kendi hatasını görebilme ve bunu düzetme yetisi varsa gelişir. Kibri şeytanın bu yetiye sahip olmasını engelledi... Kibir varsa hakkaniyet, adalet ve merhamet hissi yoktur, yani vicdan yoktur. Hukuk ile vicdan arasında ahlak temelli ilişkiyi ben böyle anlıyorum.
Konuyla ilgili bilgi ve kanaatlerimi paylaşmaya devam edeceğim.
22 ziyaretçi ve 0 üye çevrimiçi