HOCA AHMET YESEVİ HAZRETLERİNİN TÜRK MEDENİYETİNİN ZİHNİ TEMELLERİNE KATKISI[1]

 

Prof. Dr. Orhan Kavuncu[2]

 

 

ÖZET

Tebliğimde önce Türk Medeniyetinin ayırt edici vasıfları nelerdir sorusuna cevap aranacaktır. Sonra, bilim ve din barışıklığı, içtimai dayanışma, başka inanç ve kültürlere saygı gibi vasıfların her birisinin Türk toplumundaki oluşumuna ve uygulanışına Yesevi babanın katkısı, hikmetlerinden hareketle ortaya konulmaya çalışılacaktır.

 

Medeniyetimizin başka medeniyetlerle, özellikle batı medeniyetiyle bu vasıflar bakımından bir karşılaştırma denemesi de misaller verilerek yapılacaktır.

 

Bu vasıflardan birisi, düşünce faaliyetinin kendi dilimizle, yani Türk diliyle yapılmasıdır. Böylece o düşüncenin ve eserinin toplumun malı haline gelmesi mümkün olur. Türklerin ürettiği, ama Türkçeden başka dilde ürettiği fikirlerin bizim medeniyetimizin zihni temeline katkısı dolaylı olmuştur. Yesevi hazretleri ise hikmetlerini Türkçe söylemiş, ayet ve hadislerin Türkler tarafından anlaşılmasını sağlamıştır. 850 sene sonra bugün de aynı şeye ihtiyacımız var. Kur’an ve Hadislerin ne dediğini bilmek onu anlamakla mümkündür. Bu ise Türkçelerini de okumayı gerekli kılar. Yesevi babanın 850 sene önce söylediğine kulak verelim ve ona göre amel edelim: «Ayet Hadis anlamı Türkçe olsa ne güzel olur»

 

 

ABSTRACT

In this presentation, it is attempted toanswer to the question that what the distinguishing features of the Turkic civilization are. Then the appearance of these features such as social solidarity, respect to the other beliefs and cultures and conformity of the science with the religion are tried to be exemplified in Hikmets. Besides, it is focused on the significance of the abstract love, the love to the God and to the Prophet in Hikmets and the importance of the Turkic language of the Hikmets.

 

 

 

1-      GİRİŞ

 

Bu yıl Yesevi Hazretlerinin vefatının 850 ve onu Türkiye’de akademik olarak belki de ilk tanıtan Fuad Köprülü’nün vefatının 50. yıldönümüdür. Geçtiğimiz yıl Kasım ayında yapılan BM UNESCO Genel Kurulunda Türkiye’nin teklifi, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın destekleriyle bu iki yıl dönümü, 2016-17 anma programına alındı. Biz de bu münasebetle Yesevi Babayı gücümüz yettiğince anlatmaya çalışıyoruz.

Onun yaşadığı yıllar büyük ihtimalle M.S. 1093-1166 arasıdır. Hoca Ahmet Yesevi, Buhara’dan Yese (Bugün Kazakistan sınırları içinde bulunan Türkistan şehri) şehrinde, Türkçe yaptığı sohbetleri ve Türkçe yazdığı Hikmetler adı verilen şiirleriyle göçebe Türk topluluklarına İslamiyet anlatmıştır. Böylece bir taraftan zaten büyük oranda Müslüman olmuş Türk topluluklarının İslâmiyet’i daha iyi anlayıp benimsemelerini sağlamış ve henüz Müslüman olmamış Türklerin Müslüman olmasında etkili olmuştur. Diğer taraftan Müslüman Türklerin o zamana kadar fethettiği ve fetihlerinin devam edeceği Anadolu ve Ortadoğu, Balkanlar, Afganistan ve Hindistan gibi coğrafyalara dervişlerini göndererek din-i mübinin yayılmasına çok ciddi, katkıda bulunmuştur.

 

2-      TÜRKÇE SÖYLEMESİ

Hoca Ahmet Yesevi Hikmetlerinde diyor ki:

Hoş görmemekte âlimler sizin Türkçe sözünüzü

Ariflerden işitirsen açar gönül gözünüzü

Ayet Hadis anlamı Türkçe olsa ne güzel olur

Anlamına yetseniz çıkarırsınız börkünüzü

Miskin biçare Hoca Ahmet yedi ceddine rahmet,

Farsçayı bilsen bile Türkçe söylersin sözünü[3].

Bu hikmetlerden anlaşılacağı üzere Yesevi hazretleri Türkçe söylemiş, ayet ve hadislerin Türkler tarafından anlaşılmasını sağlamıştır. 850 sene sonra bugün de aynı şeye ihtiyacımız var. Kur’an ve Hadislerin ne dediğini bilmek onu anlamakla mümkündür. Bu ise Türkçelerini de okumayı gerekli kılar. Yesevi babanın 850 sene önce söylediğine kulak verelim ve ona göre amel edelim: «Ayet Hadis anlamı Türkçe olsa ne güzel olur»

 

3-      TÜRKİSTAN KAVRAMI VE HOCA AHMET YESEVİ

«Kul Hoca Ahmet ismim, Türkistan’dır ilim benim» diyor 55. Hikmetinde[4]. O daha hayatında Hazreti Türkistan, Türkistan Baba, Piri Türkistan diye anılmaya başladı. Kendisinden 3-4 asır sonra yaşayan Ali Şir Nevai onun için Piri Türk tabirini kullandı.

Türkistan Asya’nın ortasında 6 milyon km kare büyüklüğünde bir Türk Yurdudur. Bu coğrafyanın adı Türklerin İslâm’la tanıştığı 7. asırdan beri Türkistan’dır. Yani bu isim bu coğrafyaya İslâm’ın bir hediyesidir[5]. Yesevi baba işte bu büyük coğrafyanın aydınlatıcısı, manevi rehberidir. Öldüğü zaman defnedildiği Yese şehrinin adı da zamanla Türkistan olmuştur. Çünkü onu ziyarete gidenler, başta «Hazret Türkistan’ı ziyarete gidiyorum» demiş, ancak söz zamanla «Türkistan’a gidiyorum» şekline dönüşmüştür. Böylece büyük coğrafyanın piri, Piri Türkistan, Türkistan ismini defnedildiği yere de taşımıştır. Cezayir gibi, Tunus gibi hem ülkenin adı hem de ülkenin merkezindeki şehrin adı…

Rus işgalinden sonra bölgeye Orta Aysa tabiri yerleştirilmeye çalışıldı ve 20. Asır başlarından itibaren Türkistan kavramı unutulmaya yüz tuttu. 

Günümüzde yaygın olarak kullanılan “Orta Asya” tabiri yerine Kazak kardeşlerimizin daha uygun bir tabir arayışı yerindedir. Ancak “Ortalık (Merkezi) Asya” veya başka bir isim yerine “Türkistan” ismini yeniden ikame etmek tarihi gerçeklere ve teamüllere sadık bir karar olacaktır.

 

4-      TÜRK MEDENİYETİ VE YESEVİ BABA

Yesevi Baba, Karahanlılar Devleti ile şekillenmeye başlayan ve 16. Asırda zirveye ulaşan Türk Medeniyetinin ayırt edici vasıfları üzerinde etkili olmuş büyük şahsiyetlerden birisidir. Bu yazıda işte bu vasıfları ve Yesevi baba etkisini sırayla ele alacağız.

4.1-            Allah ve Peygamber Sevgisi

Hoca Ahmet Yesevi’nin Hikmetleri, onun bir aşk deryası olduğunu gösterir. Batın ilimlerinde derinleşmiş, şeriat, tarikat, marifet hakikat ummanlarında en derindeki incilere ulaşmış bir maneviyat büyüğü olarak Türk tasavvuf anlayışının temellerini atan kişidir. O Allah ve peygamber sevgisiyle coşmuştur.

Türkiye’de küçükken bizlere büyüklerimiz sevdiğimiz şeylerin bir sıralamasını öğretirdi. Buna göre en çok Allah’ı, sonra peygamberi, sonra anne babamızı sevmemiz gerekiyordu. Hikmetleri okudukça bu öğretinin Yesevi babadan sonra Türklerde yerleştiğini anlıyorsunuz. Türkistan coğrafyasında hala uygulanan “peygamber yaş” toyu da aslında onun 63’ten sonra hayatını yer altında sürdürmesine bir mutabakat, bir uyarlamadır.

Hikmetlerinde de anlattığı menkıbeye göre, Peygamberimizin vefat ettiği 63 yaşına geldiği vakit, onun sünnetine aykırı düşmemek için, hayatının geri kalanını yer altında sürdürmüştür:

Altmış üçte sünnet oldu yere girmek

Resul için iki âlemi berbat etmek

Âşıkların sünnetidir diri ölmek

İşitip okuyup yere girdi Kul Hoca Ahmed[6]

Yesevi Babadaki aşk ve batın ilimlerine ait derin bilgi onu tasavvufun piri yapmıştır. Hikmetler adeta aşk deryasıdır. Riyazet ve tevbe-i Nasuh, pişmanlık hallerini hikmetlerine sıkça yansıtır. Zamanımızda da tasavvufu onun algıladığı gibi algılayıp yaşamak gerekir:

Şeriattan uzak tarikat olmaz, Tarikat olmadan hakikate ulaşılmaz. Bunları yaparsanız “ölmeden evvel ölünüz” hadisine mutabakat halinde yaşar, lâ-mekân makamına ulaşırsınız:

Akıllı isen kabristandan haber al

Ben de şunlar gibi olmam diye ibret al

“Ölmeden önce ölünüz”e göre amel eyle

Bu hadisi fikreyleyip öldüm ben işte

Haber verir “felizehu kalilen” diye

Yine der “Ve’l yebkü kesirân” diye

Bu ayetin anlamına göre amel eyle diye

Bu dünyada hiç gülmeden yürüdüm ben işte[7]

İnci alır dalgıç eğer candan geçse,

Tutkun olup aşk şarabını her kim içse,

Nice aylar nice günler eğer geçse,

Aşkın gülü açılıp asla solduğu yok.[8]

4.2-            Garip Fakir Yetimlerin Halin Sormak

Medeniyetimizin ayırt edici vasıflardan birisi içtimai ve iktisadi dayanışmadır. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisiyle amel eden Türkler büyük bir medeniyet kurdular. Bu dayanışma halini Yesevi hazretleri Hikmetlerinde “Garip, fakir, yetimlerin halin sormak” diye anlatır:

Nerde görsen gönlü kırık, merhem oluver
Öylesi mazlum yolda kalsa yoldaş oluver
Mahşer günü dergâhına yakın oluver
Mâ u Benlik ahalisinden kaçtım ben işte

Garip, fakir, yetimleri sevindiresin
Aziz canını parçalayıp kurban edesin
Yiyecek bulsan misafir kılasın
Hak'tan işitip bu sözleri dedim ben işte[9]

O, peygamber efendimizin Miraca çıkıp Cemâlullah ile müşerref olmasını adeta Garip fakir yetimlerin halini sormasının bir mükâfatı gibi anlatır:

Garip, fakir, yetimleri Resul sordu
O gecesi Miraç'a çıkıp didâr gördü
Geri indiğinde fakirlerin hâlini sordu
Gariplerin izini izleyip indim ben işte

Medine'ye Resul varıp garip oldu
Gariplikte mihnet çekip Habip oldu
Cefa çekip Yaradan’a yakın oldu
Garip olup menzillerden aştım ben işte[10]

4.3-            Başka İnanç ve Kültürlere Saygı

Hazreti Hoca Ahmet Yesevi bir Hikmetinde şöyle söyler:

Sünnet imiş kâfir olsa verme zarar

Gönlü katı, gönül kırandan Huda bizar

Allah şahid öyle kula siccin hazır

Bilgelerden işitip bu sözü dedim ben işte[11]

Bu anlayış hâkim olduğumuz her yerde yönetimimiz altında olan başka kültür ve inançlara sahip toplulukların bugün de var olmasını sağlamıştır. Çin, Hindistan, Rusya, Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika’da kimi yönettiysek Allah’ın bir emaneti kabul ederek varlığını korumuşuz. Bu konuda örnekler sayılamayacak kadar çoktur. Hele başka medeniyetlerin kendisi gibi olmayanı, kendisi gibi olursa ancak adamdan sayma yaklaşımı bizde hiçbir zaman olmamıştır.

Bulgaristan’da Osmanlı yönetimi altında 400 seneden fazla kalan Hıristiyanların ibadet özgürlüğü Türk yönetiminin güvencesi altındaydı. Kiliselerin yıllık bakım ve onarım masrafları Türk Yönetiminin tahsis ettiği bütçeden karşılanıyordu. Sonra 20. Asır sonları geldi, 1989’da 300 bin soydaşımız Trakya’ya göçüp geldi. Çünkü Jivkov yönetimi, erkek çocuklarını sünnet ettirenleri, yeni doğan çocuğuna Müslüman ismi koyanları Belene yarımadasına sürgüne gönderiyordu.

Kültürler arası mukayeseler yapan Alman bilim kadını Margret Spohn, “Herşey Türk İşi” diye Türkçeye de çevrilen kitabında Alman toplumunun Türk algısının şöyle istihale geçirdiğini anlatoyor[12]: 15-16. Asırlarda Alman çiftçisi Türk yönetimindeki topraklarda çiftçilik yapan Hristiyanlara imrenirdi. Çünkü kendileri bağlı oldukları feodal derebeyine elde ettikleri mahsulün %80-90’ını vergi oarak veriyorlardı; Türkiye’deki Hristiyan çiftçilerin ise haraç ve cizye olarak verdikleri vergi, bölgeden bölgeye, zenginliğe göre değişmekle birlikte %20 ile %40 arasında değişiyordu. Bu durumu gören reformcu, protestan mezhebinin kurucusu Martin Lüther Katoliklerle uğraşmaya ara verip Türk imajını karalamak için yoğun bir çalışma yapmıştı. Ve yönetiminde çiftçi olmak arzu edilen Türk algısı yerine, vahşi, barbar, kan dökücü Türk algısı Almanların gönlüne yerleştirilmişti. Öyle ki, en kaliteli kırmızı şaraplarının markasını Türk kanı “türkisches Blut” koyan Alman çiftçisi vardı…

4.4-            İnanç ile İlim Barışık

İmam-ı Maturidi’nin aklı vurgulayan yaklaşımı Hristiyanlıkta olmayan bir ilişki ortaya çıkarmış: Akıl olmazsa din de olmaz. Din akıllılar içindir. Dinin emri olarak ilim yapıldığı zaman biz ilerlemişiz, batıda ise dine karşı ilim yapılmış… Bizde ilim Allah’ın ayetlerini anlamak için başvurulan bir gayretin adıdır. Ayet yani bütün kâinat, geçmiş, gelecek, önceki şehirlerin kalıntıları, gök ve yıldızlar, bulutlar, dağlar, sema, akan sular… Batıda ise ilim, kâinatta gözlenen varlık ve olayları, Allah’ın kanunları çerçevesinde idrak etmek yerine Allah’ın kudretini, yaratma fiilini inkâr eden şüpheci bir anlayış üzerine gelişmiş… Bizde de din adına ilmi çalışmalara karşı çıkanlar olmuş, Semerkant’ta 1450’de Uluğ beyin, İstanbul’da 1580 yılında Takiyüddin efendinin rasathanelerini yok eden gerici zihniyet sadece ilmin gerilemesine değil, medeniyetimizin zevaline de yol açmıştır. Batıda ise, ilim ve medeniyet dine tepki olarak gelişmiştir. Adeta biz dinden uzaklaşınca düşmüşüz; batı dinden uzaklaşınca yükselmiş…

 

Bunun sebebi şüphesiz Kur’an-ı Kerim’in ilme ve düşünceye, akletmeye verdiği önemdir[13]. Buradan hareketle İslâm düşünürleri yoğun bir şekilde eski Yunan klâsiklerini Arapçaya çevirmişler, böylece o bilgiler modern zamanlara gelebilmiştir. İmam-ı Maturidi, El Harezmî, Al Cabir, Ebu’l Vefa, İbn-i Sina, El Farabi, İbn-i Rüşt, İbn-i Haldun ve daha nice büyük ilim adamları bu Kur’an öğretisinin samimi takipçileri olarak gayretlerini sürdürmüşlerdir.

Yesevi Hazretleri diyor ki,

Kul Hoca Ahmet alimlerin hizmetin eyle 

Alimlerin sözün işitip amel eyle[14]

Ama hangi Alim? Burada tasavvuf devreye girer ve alimi gururdan koruyan bir alçakgönüllük şartı getirir:

–     «Fel ya’lemun-el alimun» okur alim,

–     Anlamını bilmese onun, olur zalim

–     Anlamını anlayanların giysisi aba

–     Öyle alim, gerçek alim olur dostlarım ey

•      «Vel-yebkü kesiran» diye Allah söyledi

•      Anlamını anlayan alim dinmeden ağladı

•      Ağlaya ağlaya gözleri kör oldu

•      Öyle alim, gerçek alim olur dostlarım ey

–     Alimim diye kitap okur anlamın bilmez

–     Çoğu ayetin anlamını asla bilmez

–     Büyüklenmesi, benliği dini tutmaz

–     Öylesi, alim değil cahildir dostlarım ey[15]

–     Gönlüm katı, dilim acı, özüm zalim

–     Kuran okur amel kılmaz sahte alim

–     Garip canım sarf eyleyim yoktur malım

–     Haktan korkup odka düşmey piştim ben işte[16]

Yunus da diyor ya[17]:

–     İlim ilim bilmektir

–     İlim kendin bilmektir

–     Sen kendini bilmezsen

–     Bu nice okumaktır.

 

5-      SONUÇ

Yesevi babanın kavrayışı ile dini kavramak, Allah ve peygamberi onun gibi sevmek, onun gibi ayet hadisin Türkçe anlamını bilmek, onun tavsiye ettiği gibi alçak gönüllü olup gönlü katı olmamak bizi adam yapar.

Garip fakir yetimlerin halin sormak” ile, “sünnet imiş kâfir olsa verme zarar” tavsiyesine uymakla, küresel adaleti tesis edecek bir medeniyetin sahibi olmaya tekâmül ederiz.

Adam olduktan sonra âlim olmak çok da güzel olur. Bu bizi akıl gönül birliğine götürür. Akıl gönül birliği, yani Maturidi gibi aklın önemini idrak etmek, ama akıl ötesinin varlığını da kabul edecek kadar akıllı olmak. Batını, zahirin metotlarıyla anlamaya çalışmak gibi bir “abesle iştigal” etmekten bu sayede kurtuluruz. Özeti, Maturidi kelâmı ile Yesevi tasavvufunu mezceden bir anlayışla dinimizi kavramak gerekiyor.

Bu kutlu yol, sade bizim millet ve devlet olarak bekamız için değil, aynı zamanda insanlığın selâmeti için de yürümemiz gereken yoldur. Bu yoldan yürüyünce ilerisi aydınlık görünüyor.

 

KAYNAKLAR

Hoca Ahmed Yesevi, 2015, Günümüz Aşk Yolcusuna Divân-ı Hikmet, Hazırlayan: Hayati Bice, H yayınları, İstanbul

Bucaille M, 1987, Tevrat, İnciller, Kur’an-ı Kerim ve Bilim, Tercüme: Suat Yıldırım, Işık Yayınları, İstanbul

Spohn M, 1996, Her Şey Türk İşi, Tercüme Leyla Serdaroğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul   

Kavuncu O, 2016, Vefatından 850 Yıl Sonra Hoca Ahmet Yesevi, http://turkocaklari.org.tr/sayfa/6177/vefatindan-850-yil-sonra-hoca-ahmet-yesevi.html



[1] Türkocakları İstanbul Şubesi, İstanbul Üniversitesi ve Almatı Üniversitesi tarafından ortaklaşa düzenlenen “Geçmişten Geleceğe Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Sempozyumu” Tebliğler Kitabında (İstanbul Üniversitesi Yayını Nu. 13, 2. Cilt sayfa: 11079-1086) yayınlanmıştır. Ayrıca Türk Yurdu Dergisi Mart 2017 sayısında da (yıl: 106, sayı: 355, sayfa:57-60) yayınlanmıştır.

[2] Prof. Dr., Kastamonu Üniversitesi, Genetik ve Biyomühendislik Bölümü, Kastamonu

[3] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 71

[4]Orhan Kavuncu, Vefatından 850 Yıl Sonra Hoca Ahmet Yesevi, Ankara 2016, http://turkocaklari.org.tr/sayfa/6177/vefatindan-850-yil-sonra-hoca-ahmet-yesevi.html

[5] Orhan Kavuncu, a.g.e.

[6] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 10

[7] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 15

[8] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 120

[9] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 1

[10] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 1

[11] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 1

[12] Margret Spohn, Her Şey Türk İşi, Ter: Leyla Serdaroğlu, YKB Yayınları, İstanbul 1996.

[13] Maurice Bucaille, Tevrat, İnciller, Kur’an-ı Kerim ve Bilim, Ter:Suat Yıldırım, Işık Yayınları, İstanbul 1987.

[14] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 83

[15] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 83

[16] Hoca Ahmet Yesevi, a.g.e. Hikmet 1

[17] Kavuncu, a.g.e.