16 Nisan 2017 referandumundan sonra yeni döneme adım adım geçiyoruz. 2709 sayılı kanunda, yani Anayasada değişiklik yapan ve Halkoylamasıyla kabul edilen 6771 sayılı Kanunun 17. Maddesiyle Anayasaya eklenen geçici 21. maddede ve 18. maddesinde öngörülen değişiklikler takvimi uygulanmaya devam ediyor. 17c’ye ve anayasanın 159. Maddesindeki düzenlemelere uygun olarak Hakimler ve Savcılar Kurulu Üyelerinin seçimi gerçekleşti. Sayın Cumhurbaşkanı da 18c’nin, “Anayasanın 101. Maddesindeki “cumhurbaşkanı seçilenin varsa partisi ile ilişiği kesilir” ibaresinin ilgasını öngören değişiklik 6771 sayılı kanunun kabulü ile yürürlüğe girer” hükmü gereğince partisinin başına geçti.

Şimdi sırada değişikliğin 17. Maddesinde Anayasaya eklenen geçici 21. Maddenin B bendine göre Meclisin 6 ay içinde “başta Meclis iç tüzüğü olmak üzere diğer ilgili kanunlarda” yeni düzene uyum yasalarını çıkarması gerekiyor. Bu diğer yasalar arasında siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu olacak mıdır? Değişiklik kanununun 17. maddesi TBMM İç Tüzüğünü açıkça beyan etmiş ama “diğer kanuni düzenlemelerin” neler olacağını belirtmemiştir. Bunlar üzerine düşüncelerimi bir yazıda ifade etmeyi planlıyordum.

Ancak ondan önce bir sohbeti yazmalıyım. Bu sohbet, Türk Siyasi Hayatında şimdiye kadar neyin eksik uygulandığını, en çok neyin tenkit edildiğini, nelerin talep edildiğini hatırlamak gerektiğini düşündürdü. Bunun için sevgili dünürüm İbrahim Akkoyun’un sohbetimizde aktardığı hatıralarını önemsiyorum. İbrahim bey Çanakkaleli, İl Milli Eğitim Müdürlüğünden emekli olduktan sonra uzun bir süre DYP’de, sonra AK Partide, Halkın Sesi (HAS) Partisinde siyaset yapmış değerli bir insan. Yaptığımız kısa sohbette, Türk Siyasi hayatının geleceğine pusula olacak anekdotlar, kanaatler, eleştiriler vardı.

Sohbetimiz Kılıçdaroğlu’nun Enis Berberoğlu’na destek için başlattığı Ankara-İstanbul yürüyüşü ile Rahmetli Demirel’in tam da ölüm yıldönümünde “yollar yürümekle aşınmaz” ifadesi arasında ilişki kuran demeçler üzerine başladı. Rahmetli 1970’lerin anarşi dolu günlerinde, sol eylemler üzerine o sözü söylerken, bu tip eylemlerin devlet kararlılığını etkilemeyeceğini ima etmiş ama daha çok bir hoşgörüyü vurgulamıştı. O zaman bir üniversite öğrencisi veya yeni mezun bir genç olarak Demirel’in “bu tip eylemler demokratik bir haktır, hoş görülmelidir, ama devleti bu eylemcilerin mantığıyla yönetemeyiz” demek istediğini düşünmüştüm. O zaman bu anladığımı ne kadar benimsediğimi hatırlamıyorum. Şimdi ise yöneticiler tarafından bu eylemlerin, mala mülke zarar vermemek kaydıyla, demokratik hak olarak görülmelerinin ötesinde, gerekçeleriyle birlikte çözüm üretirken dikkate alınmasını katılımcı demokrasinin bir gereği olarak görüyorum.

İbrahim beye göre, geçmişe sahip çıkarken Menderes’i, Özal’ı sayıp aradan Demirel’i atlamak doğru değildi. Sohbet buradan demokrasiye yoğunlaştı. Seçimler için yapılan yoklamalarda Demirel’in AP ve daha sonra DYP zamanında kendisine ayrılan kontenjan dışında, daima sandıktan çıkan delege temayülüne saygı gösterdiğini, veto hakkını çok nadir olarak kullandığını anlattı. Daha sonra Tansu hanım zamanında delege veya üye temayüllerini belirleyen sandık sonuçlarının bir tarafa atılarak Merkez yoklamasının listelere yansıması DYP’nin sonunu getirmişti. 1999 seçimlerinde %12, 2002 seçimlerine %9,75 ile devam eden düşüş, İbrahim beye göre, DYP’nin parti içi demokrasi teamüllerinden kopmasının bir sonucuydu.

*                                          *                                                 *

Daha eskilere de gittik. Refet Sezgin’in ağabeyi Servet Sezgin Demokrat Parti Çanakkale milletvekiliydi. Kendisi de Çanakkale milletvekili olan Fatin Rüştü Zorlu, Dışişleri bakanlığında bir odayı Servet beye tahsis etmiş, “ben seçmenlerle ilgilenemiyorum. Gelenleri sen bir zahmet burada kabul edip dertleriyle ilgilen” diye ricada bulunmuştu. (O zaman TBMM’de Halkla İlişkiler Bölümü, yani her milletvekilinin bir odası yoktu). Servet Sezgin, 1957 seçimlerinde, listeleri, ön yoklamayı bir tarafa bırakıp ahbap çavuş ilişkileriyle Merkezden belirleyince DP’nin 170 milletvekilliğini CHP’ye kaptırdığını, sonuçta 27 Mayıs ihtilâline giden kapının bu güç kaybıyla aralandığını anlatırmış. Yani parti içi demokratik teamüllerden vazgeçmenin faturası, ülke demokrasinin rafa kaldırılması olmuştu.

Bu arada İbrahim bey, Servet beyden “temsilde adalet, yönetimde istikrar” anlayışının kişisel iradelerle kaim olduğunu gösteren bir hatıra da aktardı: Fatin bey, Kıbrıs konusunda Yunanistan’ın inisiyatif almasını engelleyecek tedbirler konusundaki görüşlerini Menderes’e bir türlü aktarıp onu ikna edemiyormuş… Kıbrıs elden gitti gidecek korkusuyla çaresiz İnönü’ye gidip düşündüğü tedbirleri anlatmış; İnönü Meclis kürsüsünden “bunların yapılması gerekiyor, hükümet nerede ne yapıyor” mealinde bir konuşma yapınca telaşlanan Menderes Fatin beyi çağırıp konuyu kemal-i ciddiyetle dinliyor. Zürih ve Ankara anlaşmalarıyla garantör devlet olabilmemizin arkasında yatan böyle bir devlet adamı iradesi… Yalakalık yapıp, Başbakana yaranmak yerine işi ülke lehine çözebilmek için gayreti elden bırakmamak…

*                                          *                                                 *

İbrahim bey, Çanakkale’de HAS Parti Kurucu İl Başkanı olmuştur. Ondan önce AK Parti İl Yönetiminde görev almıştır. Artık delege veya üye önüne hâkim nezaretinde sandık koyma dönemi bitmiştir. Kurtulmuş’a bir sohbetinde ön seçimin gereğini anlatırken “Meclis şu anda ahbaplar meclis görünümünde, oysa halkın seçtiği yiğitler meclisi olması lazım. Bu da ancak delegenin önüne sandık koymakla sağlanır” deyince Numan bey, “delegenin değil İbrahim bey, üyelerin önüne sandık koyacağız. Hatta ben hiç kontenjan almayacağım” demiş. İbrahim bey Genel Başkanın bir kontenjanı olması icap ettiğini, bunun da %10-15’i geçmemesi gerektiğini düşünüyor. Ben de ekliyorum: “tabii buna bir miktar da MKYK kontenjanı ekleyebilirsiniz. Toplamda en fazla %20’yi genel merkez belirler; geri kalan adayları ise hâkim nezaretine yapılan ön seçimlerle belirlersiniz.

16 Nisan 2017 referandum sonuçları için İbrahim beyin tasnifi şöyle “hayır oyları büyük ölçüde akıl oylarıydı; evet oyları ise gönül, baskı, menfaat ve beklenti oylarıydı”. İbrahim beye ilave edebileceğim farklı bir tespitim hayır oyları içindeepeyce bir miktar da nefretoyları olmasıydı. Halk irfanı dedikleri bu değil mi?

Bir de Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan olarak üniversite hocalarına yaptığı bir konuşmayı çok takdir etmiş İbrahim bey: “benim önümde siz düğme iliklemeyin, ben sizin önünüzde düğme ilikleyeceğim. Siz ilmi hür, irfanı hür, vicdanı hür hocalar olarak açık sözlü olmalısınız, doğru bildiğinizi hiç çekinmeden söyleyebilmelisiniz.

*                                          *                                                 *

Yeni dönemde siyaset yeniden şekillenecek. İbrahim beyle kısa ömrümüze sığan şu kısacık demokrasi tarihimizden süzüp çıkan halk irfanını dikkate alan bir yapılanmayı hak etmiyor muyuz? Halk hak etmesine ediyor da siyaseti şekillendirenler ne için şekillendirecek? El cevap: ne için siyaset yapıyorlarsa onun için şekillendirecekler. Ülkenin menfaatleri şimdi her zamankinden daha fazla “kendim için istiyorsam namerdim” diyen devlet, siyaset, ilim ve hukuk adamlarına ihtiyaç gösteriyor. Bu da bir sistem meselesi olmaktan daha çok eğitimle kazanılacak bir zihniyet meselesi değil mi?